12:30 SEANSI

By halapenobiberi

1.8M 107K 46.4K

[WATTYS 2022 KAZANANI] Parmağı omzumun üzerindeki belli belirsiz benlere dokundu. Ardından köprücük kemiğime... More

12:30 Seansı
1. Bölüm : Kapanmayan Yaralar
2. Bölüm : Acının Dikiş İzleri
3. Bölüm : Soğuk Duvarların Sıcak Yansımaları
4. Bölüm : Uçurumun Kenarındaki Gerçekler
5. Bölüm : Camdan İnsanlar
6. Bölüm : Kırık Parçalar
7. Bölüm : Yalancı Satırlarda Gizlenen Sırlar
9. Bölüm : Sessiz Çığlıklar
10. Bölüm: Başlangıç
11. Bölüm : İhanetin Tohumları
12. Bölüm : Yalanın Tadı
13. Bölüm: Geçmişin Sanrıları
14. Bölüm: Antikaların Fısıltısı
15. Bölüm: Yalancı Gerçekler
16. Bölüm: Hatıraların İzleri
17. Bölüm: Sonu Gelmeyen Doğrular
18. Bölüm: Kesişim Kümesi
19. Bölüm: Yarım Kalışlar
20. Bölüm: Yakarış
21. Bölüm: Vazgeçiş
22. Bölüm: Beklentiler
23. Bölüm: Karanlığın Sonu
24. Bölüm: Aidiyet
25. Bölüm: Hayalötesi
26. Bölüm: Efsunkâr
27. Bölüm: Yirmi Bir
28. Bölüm: Geçmişin Gölgesi
29. Bölüm: Acının Yağmuru
30. Bölüm: Düğüm
31. Bölüm: Zamansız
32. Bölüm: Fasıla
Bir adım geride. (1. Yıl Özel Bölüm)
33. Bölüm: Kırık Anılar
34. Bölüm: Yeniden Doğmak
35. Bölüm: Cesaretin Bedeli
36. Bölüm: Sıfır Noktası
37. Bölüm: Sonsuz Zamanın Sınırı
38. Bölüm: Yangın Yeri
39. Bölüm: Zenit
40. Bölüm: Alacagöğün Yıkımı
41. Bölüm: Katil'in Mektubu
42. Bölüm: Batmayan Yıldız (FİNAL)
1. ÖZEL BÖLÜM | I. Kısım
1. ÖZEL BÖLÜM | II. Kısım
2. ÖZEL BÖLÜM
3. ÖZEL BÖLÜM
0. ÖZEL BÖLÜM
BİR MİNİK DUYURU BİZDEN SİZE

8. Bölüm : Kırılmalar

38.4K 2.5K 812
By halapenobiberi

Yeni bölüme hoş geldiniz❤️🌺

Bu bölüm, ayrı ayrı Cihangir ve Devin'in duyguları üzerine. Onları, daha çok Hakverdi'yi, bu bölüm gerçekten tanıyacaksınız.🖤

Edit; gün ışığım xmorbidezza 💛

Bölüm şarkısı: Teoman, Gemiler.

Keyifli okumalar🖤

🗝

Derin bir nefes almaya çalıştığımda, onun büyük bir yumru halinde boğazıma takılı kalması, beklediğim bir durum değildi. Gözlerimin yanmaya başlaması, buna eklendiğinde aynı anda vücuduma da iğneler saplanmaya başladı. Ne demekti bu?

"Kaza değilmiş..." diye fısıldadı Cihangir yeniden. Başını iki yana sallarken hissettiklerini anlamlandıramıyor gibiydi. Gerçi şu an hissettiklerini ben de anlamlandıramıyordum. Her şeyin bir yalan üzerine kurulu olduğunu mu gösteriyordu bu yaşananlar?

Cihangir ayağa kalktığında minik bir nefes aldım. Şu an hissettiklerini toparlayamadığını ve tüm duygularının şiddetle birbirine karıştığını tahmin edebiliyordum. Onu sakinleştirmek yerine, sinirinin ve yoğun duygularının azalmasını beklemek daha sağlıklı bir çözüm olacaktı.

Ellerini beline yaslamıştı ve büyük salonun içinde volta atıyordu. Dudaklarından aynı kelimeler dökülmeye devam ederken sinir katsayısı giderek artıyordu ve bir süre azalmayacağını düşünmeye başlamıştım. Ben de ayağa kalkıp salonun ucundaki masaya doğru ilerledim. Kalçamı sandalyelerden birine yaslarken sakin bir nefes almaya çalıştım. Benim bile duygularım karmakarışıktı ve şu an Cihangir ne hissediyordu tahmin bile edemiyordum.

Volta atmaya devam ederken konuşup biraz olsun ilgisini dağıtmak istedim. "Nasıl olabiliyor bu?" diye mırıldandığımda kollarımı birbirine bağlamıştım. Cihangir şiddetle başını iki yana sallıyordu. "Bilmiyorum..." diye mırıldandı. Ardından ses tonu yükselerek söylediğini tekrarladı. "Bilmiyorum."

Gözleri gözlerime değdiğinde buz mavisi kürelerinde acıyı görebiliyordum. Yardım çığlıklarını duyabiliyorum ama buna öyle kısa bir an şahit oldum ki, kendi hayal ürünüm sandım. Bakışları koyulaşarak ifadesizleştiğinde kısık sesli bir nefes aldı. Bir şeylere zarar vermek, böyle zamanlarda insanlara iyi gelirdi. Geldiği düşünülürdü. İnsan beynindeki düşünceleri duymamak, aklına doluşanları dinlememek için başka şeylere yönelirdi. Cihangir, elini bir yere atıp eşyaları parçalamak isterse ona engel olmazdım.

Adımları yavaşlarken aklına bir şey gelmiş gibi durdu. Gözleri etrafı tararken bakışlarında, gördüğü hiçbir şeye anlam veremiyormuş gibiydi. "Yemek." dedi. Ardından başını kaldırıp gözlerini benim kahverengi kürelerimle buluşturdu. "Yemek yapacaktım."

"Asaf Cihangir?"

Sonrasında bakışları yüzümden çekildi ve engelleyemediğim hızdaki adımları mutfağa yöneldi. Arkasından gitmeye yelteneceğim sırada kapıyı sertçe kapatmasıyla gözlerimi kırpıştırdım.

Kafasını boşaltmak için mutfağa girmesini anlıyordum. Bence de aklındakileri dağıtması gerekiyordu. Ama bazen duygularımızı ifade etmek için, içimizde biriktirdiklerimizi atmak ve iyileşmek için farklı yöntemler denememiz gerekirdi. Etraftaki şeyleri kırıp parçalayarak bu biriktirdiklerini atmak isterse, bu da beklediğim bir durum olurdu. Ya da konuşmak, her ne kadar Cihangir'in etkili kullandığı bir yöntem olmasa da işe yarardı.

Onu biraz kendi başına bırakmaya karar verdikten sonra koltuklardan birine geçtim. Elimdeki telefonu açıp haber sitelerine yeniden göz gezdirmeden önce Gökçe'nin bana attığı olumlu mesajı gördüm. Ona yeniden cevap vereceğim sırada düşüncelerimi de toparlamakta zorlanmıştım.

Ben zihnime dolan anılarla, acıyla ve korkuyla yüzleşirken kulağıma ulaşan bir şeylerin kırılıp devrilme sesi, irkilmeme sebep oldu. Oturduğum koltuktan kalkarken yüzümü buruşturdum. Sesler yükselerek çoğalmaya, kırılan bardakların ya da tabakların sesi mutfağı aşmaya başladı.

Öyle karmaşık bir durumdaydım ki, ne yapacağımı bilemiyordum. Bir yanım ona psikolojik bir destek sağlamak için yanında gitmek isterken, diğer yanım ona dokunmamamı, yoksa bana patlayabileceğini söylüyordu. Bu yola girerken kırılmayı göze almıştım ve sanırım bunu da göze almam gerekiyordu.

Kağıtta trafik kazasının ve ölümünün belgelerine ait birer kopya yer alıyordu. Bütün bunların bir kaza olmadığına dair kanıtlar neydi ve bunun tam tersine artık nasıl inanacaktı bilmiyordum ama yanında durmam gerektiğini hissediyordum.

Sessiz adımlara mutfağa yöneldiğimde kapalı kapıyı açmak için elimi kulba yönelttim. Sesler ben gelene kadar çoğalmıştı ama şu an, çıt yoktu. Sanırım son tabak da kırılmıştı.

"Cihangir?" diye seslendim kapıyı açmadan. Koyu renkli kapıya yaslanmıştım ve sesimin içeriye ulaşması için hafifçe tonunu yükseltmiştim. Ses gelmediğinde kulbu tutuşum sıklaştı. "Cihangir, iyi misin?"

Bir süre daha bekledikten sonra ses gelmemesiyle endişem katlanarak arttı. Sakin bir nefes almak için çabaladım ama aldığım hava bile, vücudumla eş olarak titriyordu. "Cihangir, içeri giriyorum?" Bir süre daha bekledim ve bir tepki alamadım. Eğer kendine bir zarar verirse ve buna engel olamazsam kendimi asla affetmezdim. Yanıtsız kalmam, bana gereken cesareti vermişti.

Kapıyı açmak için kulbu yavaşça indirdiğimde minik bir nefes alarak cesaretimi topladım. Gözlerim onu bulduğunda aldığım nefes, dudaklarımın arasından dökülerek havaya karıştı.

Gözlerim önce onun bedenini buldu. Yerleri kaplayan onlarca kırık cam parçasının arasında, tüm dağılmışlığıyla mutfağın zeminine diz çökmüştü. Bakışlarımdaki korku, kırılarak yerini yardım etme ihtiyacına bıraktı.

Çok yük vardı Cihangir'in omuzlarında ve bu yükler zamanla öyle ağırlaşmıştı ki sırtını kamburlaştırmak istemişti.

Daha 21 yaşında babasını kaybedip annesiyle tek başına kaldığını, Hale Teyze'nin kendisinden dinlemiştim. Hale Teyze kliniği bırakıp Cem Hakverdi'nin ardında bıraktığı holdingin başına geçmişti. Oğlunu yurt dışına yolladığında, onu tüm bu acıdan uzak tutmak istemişti ama bilmiyordu ki, onu kendinden uzaklaştırmak ikisinin de ayrı ayrı ve yalnız kalmasını sağlamıştı.

Bir insanın arkadaşları, dostları olurdu. Ama ailesinden başka yoldaşı olmazdı. Her daim yanında olacak, seni daima koruyacak tek insanlar ailen olurdu. Her şey zamanla biterken, aile hiç bitmezdi. Hep vardı.

Hale Teyze'nin sonrasında bunun pişmanlığını yaşadığını biliyordum ama her şeyi telafi etmek için çok uğraşmıştı. Sonrasında bir an bile Cihangir'i yalnız bırakmamıştı ve eşine olan sevgisini bir an kaybetmeyerek, ikisinin dünyadaki değerli emanetini korumak adına çabalıyordu. Oğlunu korumak için savaşıyordu ve beni de bu yüzden bulmuştu. Bana yaptığı konuşmadan sonra onu kırmak istememiştim ve istediğini yapmayı kabul etmiştim.

Ve şu ana kadar...

Yaptığım şeyden bir an dahi olsa pişman olmamıştım. Yine olsa, yine yapacağımı biliyordum.

Cihangir'e baktığımda minik bir nefes aldım. Ciğerlerim, o böyle çaresiz bir durumdayken temiz havayla dolmayı reddetti. Bakışları, ona baktığımı hisseder gibi bana doğru çevrildi. Bakışlarında yanan ateşler, koyu mavi bir tondaydı. Binlerce duygu, arka arkaya buz mavisi harelerinden geçerken bana öyle garip bakıyordu ki duygularını incelemek için kendinle çelişiyordum. Pes etmedim. Önce nefreti gördüm, sanki banaydı. Ardından acı geldi yanına, bu onunla ilgiliydi, Maral'la. Tahammülsüzlük eklendi sonuna, bana tahammülsüzdü. Burada olmama, ona bakmama, konuşmama.

Bakışlarım etrafta gezindikten sonra yeniden onu buldu. Ellerine bakıyordu. Ona yaklaşıp kırılmış parçalar tenine değmiş mi diye bakmak istediğimde Cihangir bana öyle bir baktı ki, o an çok engebeli bir yola girseydim, bu kadar takılmayacağıma emindim. Düşmekten, dengemi kaybetmekten çok korkardım. Ama bu öyle bir bakıştı ki, belki de düşsem bu kadar canım yanmazdı.

"Cihangir..." diye mırıldandığımda başını çok keskin bir hızla bana çevirdi. Olduğum yerde duraksadım.

Kaşlarını kaldırıp ona yaklaşmamı istemiyor gibi baktı bana. ''Devin çık.'' Başımı iki yana salladım. Öylece duruyordum. Bir süre sakinleşmesi için beklemek istedim ancak dayanamadım. Ayağımı kaldırıp cam kırıklarına aldırmadan bir adım daha atmak istedim. Sonunda patlaması kaçınılmaz oldu.

"Çık dışarı!" diye bağırdığında irkilmiştim. Tüm vücudum korkunun etkisiyle sıçradığında gözlerine baktım.

Şimdi bir cehennemi ağırlayan gözlerinde nefreti gördüğümü hissettim. Bana olan nefreti. Sonra düşündüm. Belki de bu zamana kadar bana iyi davranmasının sebebi, Hale Teyze'ydi. Hiçbir zaman benimle bu bağlamda iletişimde olmak istememişti ve bu, bir anın etkisiyle öyle ağır geldi ki gözlerimin acıdığını hissettim. Sesinin daha fazla yükselmesini ve beni incitmesini göze alamayarak mutfaktan çıktım. Arkamdan kapıyı çekerek salona geçtiğimde gözümden akmak için savaşan yaşları durdurdum.

Sehpada duran Cihangir'in telefonunu ve kendi telefonumu da alarak dış kapıdan çıktım.

Herkesin kırılma noktaları vardı. Her bir acı, yeni bir kırılma noktasından geçmek demekti.

Cihangir önce babasını kaybetmişti, birinci kırılma buydu.

Ardından sevdiği kadın ölmüştü ve işte ikinci kırılma tam da bu noktadaydı.

Üçüncü ise bugün, başka bir ölüm şekli olduğuna inandığı kadının aslında öldürülmesiydi. Bu onun en büyük kırılma noktasıydı. Çünkü insan bazı ölümleri engelleyemezdi. Ama bazı şeyleri zamanında yetiştiğin takdirde engelleme şansın olurdu. Bu onu en çok yakan ve parçalarının etrafa dağılmasını sağlayan nokta olmuştu.

Cihangir'in kilidi olmayan telefonunu açtıktan sonra rehberden Ayda'nın numarasını bularak kendi telefonuma kaydettim.

Ayda ve Ilgaz'ı aramak, onları buraya çağırmak istiyordum ama Cihangir'in az önceki tavrından sonra, nasıl bir tepki vereceğini de kestiremiyordum. Derin bir nefes aldıktan sonra, doğru olduğuna inandığım kararı verdim.

Ayda'yı arayıp, onu buraya çağırmalıydım.

Cihangir'in telefonunu, aldığım yere koyarak tekrardan dışarıya çıktım. Telefonu açtıktan sonra kaydettiğim numarayı arayarak bir yanıt beklemeye başladım. Dış kapıyı hafif aralık bırakmıştım ama yine de kapalı gibi duruyordu. Beni duyması imkânsızdı. Zaten duysa da, gizleyeceğim bir durum yoktu. Yanında birilerinin olmasına ihtiyacı vardı ve onun hayatında, bu işi yapabilecek yalnızca iki kişiyi tanıyordum.

"Alo?"

Ayda saniyeler sonra aramamı yanıtladığında rahat bir nefes verdim.

"Ayda, selam. Devin ben, numaranı Cihangir'den aldım. Müsait miydin?"

"Aa, selam Devin! Bir saniye bekleteceğim."

Kısa süreli bir hışırtı duyduktan sonra kısık sesi kulağıma ulaştı. Benle konuşmuyor gibiydi, fısıldıyordu ama buna rağmen onu duyuyordum. "Devin mi kim? Cihangir'in psikologu... Evet Devran, sana bahsettiğim, şşştt! Hatta beni bekliyor, bir saniye izin ver..." Ardından oturduğu yerden kalktığını ve başka bir yere geçtiğini hissettiren adım seslerini duydum.

"Ah, kusura bakma lütfen. Şimdi müsait bir yere geçtim. Siz iyi misiniz, bir sorun yok ya?"

Ayakkabımın beyaz rengi, yemyeşil çimlere inat parlarken ucunu yere daha sert bastım. "Yok... Yani benlik bir sorun yok. Ama Cihangir pek iyi sayılmaz. Size ihtiyacı olabilir. Biz... Riva'dayız, gelebilme imkânınız var mı?"

Ardından Ayda'nın yüzlerce soru sormasını beklerken beni hızla onaylaması, Ilgaz'a haber vereceğini söylemesi ve arkasından telefonu suratıma kapatmasıyla donakaldım. Söz konusu Cihangir olduğunda, hepsinin kendini paralayacağını bir kez daha öğrenmiştim.

Dakikalar boyu büyük bahçenin sonsuz yeşil rengini izleyerek ahşap bahçe koltuklarında oturdum. Öyle kırgın ve haksız hissediyordum ki, oturduğum yere iyice sinmiştim. Bacaklarımı kendime çekip kollarımı bacaklarıma sardım ve alnımı, diz kapağımın üstüne yasladım.

Sanırım haddimi aşmış, onun hayatına fazla müdahale etmiştim. İstemeden onu üzmüş, kırmıştım. Büyük ihtimalle bu yüksek ölçekli tepkisinin sebebi tam olarak buydu.

Yine de şu an, eve tek başıma girmek istemiyordum. Onunla yalnız kalmak istemiyordum.

El bebek, gül bebek büyüyen bir çocuk olduğum doğruydu ama babamın sevgisi, annemle kıyaslandığında hep daha baskındı. Annem eve her geldiğinde yorgun olurdu, beni severdi ama halsiz düştüğü için benimle çoğunlukla babam ilgilenirdi. Koca bir holdingi tek başına yönetmesine rağmen hep bana ayıracak vakti olurdu. Hatta ofis dışı tüm vaktini benimle geçirebilmek için şirkete bir ortak bulmuştu. Yarı yarıya paylaşılan hisseler babamın yükünü hafifletmiş, bana olan vaktini ise çoğaltmıştı. Onlar öldüğünde, annemden geriye bir genel cerrahi diploması ve oyun olması için bana ezberlettiği Hipokrat yemini; babamdan ise holdingdeki hisse payı kadar bir para kalmıştı. Yaşadıkları ev, en son teyzem ve halamların taziye dileklerini kabul ettiği gün açılmış, ardından kapalı kapının ardında kimsesiz ve ıssız bir şekilde kalakalmıştı. Ailelerinden kalan bir miras olmadığı için tüm mal varlığı, babam ve anneme aitti. Kendi başlarına çalışıp bunca senedir biriktirmişlerdi. Onlardan sonra da bana geçmişti ama henüz tek kuruşuna dahi dokunmamıştım. Yaşadıkları eve, bindikleri arabalara, gittikleri mekânlara bile gidemiyordum. Son zamanlarda, mezarlarına uğramak bile beni yıpratıyordu. Mezar taşlarına, onların ismini görecek olduğum için bakamıyordum. Sesim titriyordu ve konuşamıyordum. Çünkü ne kadar zaman geçerse geçsin, aile özlemi hiç bitmiyordu. Aksine katlanarak artıyor, büyüyor, dallanıp budaklanıyordu.

İçimde sürekli büyüyen bir hasret ormanı vardı ve ben, kıyıp da tek bir ağacını bile kesemiyordum.

Acı, gözyaşlarıma hücum ederek beni boğmaya çalıştığında direnmedim. Gözyaşlarım yanaklarıma doğru süzülürken, titreyen dudaklarımın arasından bir hıçkırık koptu. Hep güçlü durmaya, kimseye karşı kendimi ezdirmemeye çalışırdım. Ama insan sırtını yaslayacağı bir aile bulamadığında, parçalarını toparlayamıyordu. Öyle bir dağılmıştım ki, değil parçalarımı toplamak, onları göremiyordum bile.

Ailem ölmüştü, ben kör olmuştum.

Ailem gitmişti, ben kaybolmuştum.

Gözyaşlarımın ardı arkasının kesilmediğini fark ettiğimde kendimi toparlamak için ayaklarımı koltuktan aşağı sarkıttım. Ellerimi bacaklarımın iki yanından koltuğa bastırırken titreyen alt dudağımı ısırdım. Yavaş yavaş kararmaya başlayan gökyüzüne baktım. Buraya geleli birkaç saat olmuştu ama havanın burada daha çabuk karardığını fark etmemek imkânsızdı. Belki de zaman beklediğimden hızlı geçmişti.

Sakin bir nefes aldıktan sonra gözyaşlarımı silmek için ellerimi yanaklarıma bastırdım. Ciğerlerimi, soğuk denilebilecek havayla doldurarak rahatlamaya çalıştım. Aile özlemi hep vardı. Niye bir anda ağlamaya başlamıştım ki?

Ardından fark ettim ki, birkaç gündür yıpranan sinirlerim ve duygularımın önüne geçemiyordum. Seanslarım olması gerekenden daha yoğun geçiyordu ve kendime hiç vakit ayıramadığım için vücudum gerginlikten ölüyordu. Hatta fırsat bulup Kaan ve Gökçe'yi bile göremiyordum.

Düşüncelerimin bir toz bulutu gibi dağılmasına sebep olan şey, duyduğum tekerlek sesleriydi. Biri kırmızı, biri beyaz iki araba, Cihangir'in arabasının arkasına düzgünce park ettiğinde ayağa kalktım. Gelmişlerdi. Şimdi iyi mi yaptım yoksa işleri gerçekten batırdım mı, görecektik.

Gözyaşlarımı silerek yüzümü temizledim. Derin bir nefes aldıktan sonra adımlarımı korku dolu gözleriyle etrafı tarayan Ayda'da çevirdim. Beni görmesiyle elini kaldırıp selam verdi ve yanıma doğru geldi. Yanında, ondan biraz daha uzun boylu, lacivert gömlek ve siyah pantolonlu, Devran olduğunu düşündüğüm adam duruyordu.

Ayda yüzüne buruk bir gülümseme kondurduktan sonra yanıma ulaşarak beni kollarına aldı. "İyi misin? Aklıma getirmek bile istemiyorum ama bir şey yaptı mı? Kendine ya da..." Elini havada salladığı sırada yüzünü buruşturdu. Gözlerine saniyeler içinde korku yerleşti. "Sana?"

Başımı iki yana salladım. Kötü görünüyor olmalıydım, ağladığım için yüzüm kızarmış olabilirdi. Ama bildiğim tek bir şey varsa, o da Cihangir'in bir kadına böyle bir zarar vermeyeceğiydi.

Ayda bana bir şey olmadığını anlatana kadar yüzüme dikkatle baktı. Hafifçe gülümsediğimde yanıt olarak başını salladı. Sonra kollarımı, sessizce sıktı. Birazdan içeride olan arkadaşının yanında olacaktı ama şu an benim de yanımdaydı. Başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Bakışlarımı yanındaki adama çevirdiğimde onun da bana gülümsediğini fark ettim. Aynı şekilde karşılık verdiğimde Ayda'da gözlerini ikimiz arasında gezdirmişti.

"Ah, özür dilerim tanıştırmadım. Devran, nişanlım. Devran, Devin. Cihangir'in..."

"Hiçbir şeyi." diye tamamladım neşesiz bir şekilde gülerek. "Yani ona sorarsak. Bence bir psikolog olduğum aşikâr."

Devran sessizce gülerek ona uzattığım elimi sıktı ve başını salladı. Ayda'nın gözlerindeki kırıkları görebiliyordum ama bunu ben istememiştim. Bir şey söylemedim. Arkadan gelen Ilgaz, yanağıma minik bir öpücük bırakıp nazikçe sarıldığında gözlerime hücum eden yaşları engellemeye çalışarak tebessüm ettim. Bana hiçbir çıkarları olmamasına rağmen kibar ve gerçekten seviyormuş gibi davranıyorlardı. Minnettardım.

Birlikte içeri geçtiğimizde, hepimizin yüzünde tuhaf ifadeler vardı. Benden bir şeyler anlatmamı beklemediklerini biliyordum. Cihangir'den dinlemeyi tercih ederlerdi. Zaten olayın başrolünde de o vardı. Benim anlatmam doğru olmazdı.

Ilgaz direkt olarak mutfağa yöneldiğinde biz salona ilerlemiştik. Onu kalçamı yasladığım masanın bulunduğu noktadan baktığımda görebiliyordum. Kapıyı tıklatıyor, ona sesleniyordu. Başımı ayaklarıma indirdiğimde, gözlerim kısa bir an evdeki diğer yüzlere kaydı.

Ayda ve Devran, büyük koltuğa oturmuşlardı. Devran, Ayda'nın elini avucunun içine almıştı ve sakin olmaya çalışsa da gergin olduğu belliydi. Ayda gerilmekten çok, korkuyor gibiydi.

Cihangir'in kendine zarar vermesinden ve ne kadar gizlemeye çalışsa da, iç dünyasında paramparça olmasından.

Ilgaz birkaç dakika sonra geldiğinde ellerini beline koyarak salonun girişinde durdu. Başını iki yana salladığında şaşırmadığım için yüzümde bir ifade değişikliği olmadı. Ama Ayda'nın gitgide büyüyen üzüntüsünü görebiliyordum. Gözleri hafifçe dolduğunda, Devran'ın onun küçük elini tutuşu sıklaştı. Kolunu Ayda'nın beline sardıktan sonra saçlarının üstüne minik bir öpücük kondurdu.

Ilgaz da o sırada benim yanıma gelip beni tuttu ve koltuğa oturmamı sağlayarak yanıma oturdu. Destek olma çabasını anlıyordum ama şu an ona destek olması gereken benmişim gibi hissediyordum. Bu kez gücüm yoktu. Ilgaz ellerini önünde birleştirip dirseklerini dizlerine yasladı. ''İyi olacak.'' diye mırıldandı.

''Hep olur.''

Alnını birleştirdiği ellerine yasladı ve koltukta öne kaydı. Devran dayanamamış olacak ki, "Bir de ben deneyeyim." diyerek ayağa kalktığında, bakışlarını sırasıyla hepimizin üzerinde gezdirmişti.

Ardından gömleğinin eteklerini düzeltti ve mutfağa giden koridora çıktı. Evin içinde onun adım sesleri hariç bir ölüm sessizliği vardı sanki. Adımları, mutfak kapısının önünde durduğunda derin bir nefes aldığını düşündüm, kendini yıkımın büyüklüğüne hazırladığını. Kısa bir süre bekledikten sonra kapıyı tıklattı. Cihangir'e seslendiğini duymak çok zor değildi. Birkaç başarısız denemeden sonra yeniden kapıyı tıklattı. Büyük ihtimalle artık pes etmek üzereydi. Son bir gayretle, kapıya bir kez daha vurduğunda içeriden kırık parçaların yerlere sürtünme sesi geldi. Ardından kapı açıldı.

Sesi duyduğumuz anda, hepimiz oturduğumuz yerde doğrulduk. Ayda'nın duruşu dikleşirken Ilgaz büyük bir hızla kafasını kaldırdı.

Devran, Cihangir'in birkaç adım önünden içeri girdiğinde arkasından o geldi. Üzerindeki kazak sanki bir kâğıt gibi kırışmış, pantolonuyla birlikte buruşmuştu. Saçları, bağımsızlığını ilan ederek dağılmış, alnına dökülmüştü. Yüzünde acıyı gizleyen sert bir ifade, gözlerinde ise ağladığını gösteren kızarıklıklar vardı.

Kısık sesli bir nefes aldıktan sonra herkesten uzağa, masaya doğru ilerleyip sandalyelerden birine oturdu. Başını kaldırıp göz gezdirdikten sonra dudaklarından sesli bir nefesi serbest bıraktı. "Niye geldiniz?" diye mırıldandığında Ayda ve Ilgaz bunu bekliyormuş gibiydiler. Ben ona bakma cüretini kendimde bulamadığım için bakışlarımı ellerime indirmiştim.

"Ne demek niye geldiniz?" dedi Ayda titreyen sesine rağmen gülerek söylemişti bunu. "Senin yanında olmak için bir sebebe mi ihtiyacımız var?"

Cihangir kafasını yerden kaldırıp Ayda'ya öyle soğuk baktı ki, bu bakış bana, onu bunca zaman hiç tanıyamamış olduğumu göstermek içindi sanki.

Evet, henüz bana tam anlamıyla gülmemiş olabilirdi. Yine de hiç böyle acımasız davrandığını görmemiştim.

Sertti, kabuğunu kıramamıştım ama o kabuğu biraz da olsa aralayıp içine bakabildiğimi düşünmüştüm. Yanılmıştım, oldukça açıktı.

"Benim sizi istediğini kim söyledi?" dedi ölümcül bir sakinlikte. Bakışları onları taradıktan sonra bana döndü. "O mu?" dediğinde bakışlarım yere düştü. Haddimi aşmıştım. Bana bir kez olsun iyi bakmamıştı. Peki, ben kendimi ne zannetmiş ve onun hayatına burnumu sokmuştum? Gözlerim dolduğunda, Ilgaz yanımda şaşkın bir şekilde gülmüştü.

"Cihangir, o ne demek? Bir ismi var onun, Devin."

Dudaklarım aralandı ve sessiz bir mırıltı dökülerek sesimi kulağıma ulaştırdı. "Bırak," dedim Ilgaz'a. Gülümsemeye çalıştım ama bir tebessüm bile ulaşmamıştı dudaklarıma. "içindeki zehri bana akıtsın, sorun yok."

Cihangir'in gözleri kısılırken tıslar gibi bir ses çıktı dudaklarından. Elini havaya kaldırdı. "Sen kendini ne sanıyorsun tam olarak? Ne zannediyorsun?" dediğinde duraksadım.

"Bir aydan daha kısa süredir çevremdesin diye kendini benim hayatıma sokabildiğini mi düşünüyordun? Önemli mi olacaktın benim için? Hah! Kimsin ki sen? Annemin kuyruğu olarak peşimde dolaşmaktan başka ne vasfın var senin?"

Sesi sakindi ama sözleri çok şiddetliydi. Kalbime, binlerce bıçağın saplanıp çevrilmesiyle elde edilebilecek bir acı yerleşti. Nefes almaya çalıştığımda boğazıma takılan yumru, her şeyin habercisiydi. Onun psikologu da, arkadaşı da olamazdım. Sanırım bunu yeterince net bir şekilde bana anlatmıştı.

Dudaklarım, ellerimle birlikte titremeye başladığında onları bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Ayda bu sözlerine ardından koltukta öne kaydı, kaşlarını çatmıştı.

"Cihangir, sonradan pişman olacağın laflar ediyorsun."

Cihangir'in dudakları, yeniden aralandığında gülüşünü görmüştüm. Histerik, duygusuz, acımasızdı.

"Ben ne zaman pişman oldum biliyor musun Ayda? Maral'ı o eve tek başına gönderdiğimde. Ben aylarca, o trafik kazasını çözmeye çalışmama rağmen bir tane adam akıllı kanıt bulamadım diye kendimi bitirdim. Kafayı yiyecektim, siz şahitsiniz. Etrafımdaki herkesi hiçe saydım. Hayatım sikildi benim. Peki, şimdi ne oldu, biliyor musun?"

Herkesin bakışları ondayken ben de kendime izin verdim. Hak etmediğim sözler işitmiş olmama rağmen, bunu da kaldırmak zorundaydım. Şu an çok büyük bir acıyla savaşıyordu. Onun bu halini, bilinçsizce davrandığını görmem gerekiyordu. Canının ne kadar yandığını, tahmin bile edemiyordum. Bu sırada etrafındakilerin, ayrıca benim de canımı yakması, maalesef ki kaçınılmaz olmuştu.

"Şerefsizin biri!" diye bağırdı Cihangir. "Maral'ın aslında kaza yapmadığını söylüyor! Neden?" Başını şiddetle iki yana salladı. "Bir sebebi varsa bile ben bilmiyorum! Allah kahretsin ki bilmiyorum!"

Ayda ellerini ağzına götürdüğünde dudaklarından kopacak şaşkınlık nidasını engellemişti. Gözlerinin hızla dolduğunu görüyordum. Göz ucuyla baktığımda Ilgaz'ın da benzer bir durumda olduğunu gördüm. Şaşkınlıkla onu dinliyordu. Devran bir yandan Ayda'yı tutarken diğer yandan kaşlarını çatarak konuşmaya girmişti. "Trafik... Trafik kazasında öldü Maral." Kaşlarını daha da çattı. Gözleri acıyla kısıldı. "Biz toprağa verdik onun narin bedenini. Nasıl?"

Cihangir ayağa kalkmış, salonun içinde sabırsızca geziniyordu. "Değilmiş işte!" dedi yüksek ses tonuyla. Ellerini yüzüne götürdü. Sertçe ovuşturduğunda her şeyi silip atmak istiyor gibi kafasına vurdu. Sesi düştü, kelimeleri mırıltılara dönüştü. "Değilmiş..."

Ayda olanlara anlam veremiyor gibi gözlerini etrafta gezdirdiğinde Cihangir devam etti. "Canımdı o benim... Canım gitti."

Ayda başını sallarken ağlamamak için direniyor gibiydi. Alt dudağını ısırdı. Başını onaylarcasına sallamayı kesmemişti. "Biliyorum, biliyorum."

Cihangir yeniden başını sağa sola salladı. Gülüyordu, ama ağlar gibi gülüyordu. Kendini tutmaya çalışıyordu. Bakışları hızla Ayda'ya döndü. Acısını bir tek o anlıyormuş gibi, kız kardeşine, ablasına, arkadaşına baktı.

"Hem siz niye geldiniz ki? NİYE? Ben sizi istiyor muyum yanımda, istemiyorum!"

Yeniden ileri geri ilerledi. Ardından keskin bir hızla Ayda'nın önünde durdu. "Niye?" diye fısıldadı. Ayda'nın gözlerine bakma fırsatı bulduğumda onun çoktan ağlamaya başladığını fark ettim.

"Neden hiç geçmiyor bu Ayda? Niye böyle yakıyor canımı sürekli? Niye hiç gitmiyor gözümün önünden yüzü?" Ardından dizleri onu taşıyamadı ve Ayda'nın önüne yığıldı. Dizlerinin üzerine düştüğünde, Ayda hızla onun kocaman ama çaresiz bedenini kollarıyla sardı. Cihangir, Ayda'nın kollarını tutarak ağlamaya başladığında, bunu sarsılan omuzlarından anlamak mümkündü. Ayda ciğerlerine dolduramadığı nefesle kesik bir hıçkırık bıraktığında, kollarını sanki olabilecekmiş gibi arkadaşına daha sıkı dolamıştı. Bu sırada Devran'da destek olmak için Cihangir'in omzunu sıkıca tutuyordu. Diğer elini yumruk yapmış, dudaklarının üstüne bastırmıştı.

Omzumda bir el hissettiğimde bakışlarım yanımdaki Ilgaz'a döndü. "Biraz dışarı çıkalım ister misin?" Titreyen dudaklarım yukarı kıvrılmak için hareketlendi ama sanırım pek başarılı olamadım.

Ilgaz benimle birlikte ayağa kalktı ve önden ilerlemeye başladı. Önüne geçmeme izin verdikten sonra arkamda kaldı ve yalnızca Cihangir'in omzunu tutup sıkarak onun yanında olduğunu gösterdi. Onlar birlikte bir aileydi ve benim aralarında yerim yoktu. Şu an ondan rol çalmak istemiyordum ama vücudum soğuğa gerçekten muhtaçtı.

Ceketimi almadan çıktıktan sonra kapıyı hafif aralık bıraktım. Birkaç saniyenin ardından Ilgaz da peşimden geldi ve sessizce kapıyı örttü. Dakikalar önce oturduğum bahçe koltuklarına geldiğimizde önce ben oturdum. Oturduğum ikili koltuğun hemen çaprazındaki koltuğa yerleşti ve dikkatle bana baktı. Yüzünde mahcup bir ifade vardı.

"Cihangir'i mazur gör olur mu? Acısını çok göstermemeye çalışır, o yüzden de öyle zamanlarda da sivri dilini ortaya çıkarır."

Başımı iki yana salladım. "Benden özür dilemene gerek yok ki Ilgaz. Cihangir'in de dilemesine gerek yok. Onun gözündeki yerimin önemli bir noktada olduğunu düşünmemiştim zaten, o da bunu açıkça dile getirdi. Sadece şey..." Elimi havada bir daire çizecek şekilde çevirdim.

"İnsanın psikolog olmasıyla ilgili bir durum bu. Hep birilerine iyi gelme, yardımcı olma çabası sanırım. Huyum kurusun." dedikten sonra dudaklarıma cansız bir tebessüm kondurdum.

Ilgaz başını iki yana salladı. "Bu seninle ilgili değil. Gerçekten. Sadece bunu... Nasıl diyebilirim, atlatamıyor işte Devin. Birini kaybetmenin acısını yaşamış biri olarak, tutunduğun tek dalı kaybetmek sandığından çok daha ağır oluyor."

"Biliyorum," diye fısıldadım. Koyu renk gözlerinde taşıdığı anlayışa baktım. Beni anlayacağını biliyordum. "Çünkü onun Maral'ı kaybetmesinden bir süre önce ben de ailemi kaybettim. Hem de aynı şekilde, trafik kazasıyla. Ama bunun yüzünden gidip kimseyi kırmıyorum. Neyse, dert değil. Gerçekten. Aşarım."

"Başın sağ olsun, bilmiyordum." Hafifçe tebessüm ederek taziyesini kabul ettim.

"Bu süreçte onu en iyi sen anlarsın o hâlde. Hem bir psikolog, hem de aynı süreçten geçmiş bir insan olarak..."

"Anlıyorum," dedim hızlıca. Başımı salladım. "Hem de çok iyi anlıyorum. Ben ailemi kaybettim, o ailem dediği kişiyi. Ama bunu ona söyleyemiyorum. Psikologu olarak onu düşünmek zorundayım. Anlıyorum dersem bana direkt itiraz edecektir. Normal bir psikoloji bu. Kim olsa karşısındakinin onu anlamadığını düşünür. Haklı da, acılar kıyaslanamaz."

Ilgaz bir süre beni dinledi ve en sonunda benden Cihangir'e kızmamamı istedi.

Zaten kızmıyordum.

Evet, onun için çabalıyordum ama bunu sadece psikologu olduğum için yapıyordum. En azından artık sadece bu amaçla yanında olmak için uğraşacaktım. Hale Teyze'nin üzülmesini istemediğim için gösterdiğim gerçek bir çaba vardı ve Cihangir tarafından karşılıksız bırakılıyordu.

Ama artık onunla, psikolog ve danışanı ilişkisinden başka bir iletişim çabasına girmeyecektim. Onu bunun için zorlamazdım, zorlamayacaktım.

Birkaç dakika sonra Ilgaz, ayağa kalktığında ben de kalktım. Ona gitmek istediğimi söylemiştim. Eve gidip temiz bir uyku çekmek, sakin bir nefes almak istiyordum. Evin dış kapısının önüne geçip beklemeye başladığımda, ondan içeri girip eşyalarımı toparlamasını rica ettim. Kapının açılmasıyla Ilgaz, arkasında Ayda'yla beraber dışarı çıkmıştı. Biraz daha toparlanmış görünen Ayda, beni kollarının arasına çektiğinde gülümsedim. Beni sıkıca sarıp sarmalayan kollarının varlığı, beni kısacıkta olsa mutlu etmişti. Evin aralık kapısından baktığımda, Cihangir'le göz göze gelmeyi beklemiyordum. Bu ruhsuz, duygusuz bakışma yüzümdeki gülümsemeyi, dudaklarımdaki minicik bir kıvrıma indirmesini de engelleyememiştim.

Ayda'nın kolları arasından çıktıktan sonra onunla vedalaştım. Beni bekleyen Ilgaz'ın, arabasına yerleştim ve kemerimi bağlayarak önüme baktım. Araba, bulunduğu noktadan geri geri çıkarken gözlerim, beni gerçek Cihangir'le tanıştıran o eve kaydı.

Derin bir nefes aldığımda, ciğerlerimin bu kasılmayla acıdığını hissettim. Riva'da ki ev, beni ilk kez karşılamasına rağmen açıkça acıya boğmuştu.

Zor olacağını biliyordum. Aksini hiç düşünmemiştim. Böyle bir günün ardından neler yaşayacağımı tam olarak kestiremesem bile bunun ilk olmadığını, daha çok ağlayacağımı şimdiden hissediyordum.

Boğazıma takılan nefesim, ev gözlerimin önünde küçülerek ağaçların arasında kaybolana kadar gitmedi. Bu ani kırılmalar, aramızdaki iletişimi paramparça edecek ve ikimizi de gerçekle yüzleştirecekti.

🗝

🗝

En kısa zamanda yeniden görüşene kadar, yorumlarda buluşalım, sevgilerle🖤

instagram // onikiotuzseansi
twitter // halapenobiberi

Continue Reading

You'll Also Like

41.7K 7K 50
Huzurla yaşadığın evinde yalnız mısın gerçekten? Hiç tanımadığın ve sokakta gördüğünde yüzünü çevirdiğin biri ile paylaşmak ister misin? Peki ya on...
2.7K 305 32
Bu kitapta kimse masum değildi. Katilin tek bir amacı vardı? Peki ya neydi bu amacı? intikam mı? Peki masum insanlar Kurban mı ? Her şey karanlığa...
136K 9.7K 72
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
2.7M 7.7K 2
Her şey bir konferansla değil de, kömür karası gözlerine kestirdiği kurbanının geçmişini öğrenmekle başladı. Göğüs kafesimin altındaki taştan kalbimd...