BİLİNMEYEN BİR YER
"Ben kimden yardım alacağımı biliyorum" dedi Simya yerinden doğrularak "Profesör Ulaş'ın bu konu hakkında eminim bilgisi vardır."
Herkes birbirine baktı. Simya hiçbir konuda güvenmeyeceği ve yardım istemeyeceği bir adamdan yardım almaktan bahsediyordu. "Emin misin?" dedi Tibet şaşkınlıktan pörtlemiş gözleriyle "Yani senin Profesör Ulaş ile aran çok da iyi değil, ondan yardım almak istiyor musun gerçekten?"
"Denize düşen yılana sarılır demişler" dedi Simya masanın üstünden rast gele aldığı bir kitaba sarılarak. "Bende geleyim" dedi Can ama Simya onu durdurdu. "Profesör Ulaş aramdaki meseleyi kendim halledebilirim"
Profesör Ulaş'ın odası 4. binadaydı. Odasını hem sınıf hem çalışma odası ve yatak odası olarak kullanıyordu. Hızlıca kestirmeden odanın olduğu koridora çıktı. İçeri girmek için söğüt ağacından kapıyı yavaşça tıklattı. Gir diye tok erkeksi bir ses duyuldu. Profesör Ulaş zevkli bir adam olduğundan odasını zevkle döşenmişti. Kılık kıyafetine gösterdiği özeni odasının dekorasyonuna da göstermişti. Köşede küçük bir kitaplık ve üzeri minik biblolarla dolu bir sehpa vardı. Çalışma masası meşe rengi ve oldukça göz alıcıydı. Duvarlarda bir sürü tarihi kişiliğin tablolarının yanı sıra GümüşÜçgen madalyaları da asılıydı. Pencereden okulun arka tarafı görülüyor, yeşil ormana bakıyordu. Profesör Ulaş karşısında Simya'yı görünce hem şaşırmış hemde sevinmiş şekilde ayağa kalktı. Sert görünüşlü de olsa öğrencilere karşı iyi davranırdı.
"Hoş geldin Simya hangi rüzgâr attı seni buraya?" dedi hafif tebessüm ederek. Simya da yalandan bir tebessüm etti. Netice de şu anki durumu gerçekten denize düşüp yılana sarılmaktı. Etrafa şöyle bir göz attı. Dört köşeli odasının içinde ayrı bir kapı daha vardı. Simya buranın yatak odası olduğu anlamıştı. Bazı profesörler odalarını çalışma odası olarak kullanırken bazıları da çalışma odalarını ayriyeten yatak odası olarak kullanıyordu. Profesör Erguvan gibi sabahlığıyla odadan çıkmadığı teşekkür eder bakışla yatak odasının kapısına baktı. Duvarda duran uzun yeşil cüppe ve tüylü şapka dikkat çekiyordu. Odanın içinde boylu boyunca kiremit rengi bir halı seriliydi, kenarda havanın sıcak olmasından dolayı yanmayan şöminenin önünde küçük kül rengi bir kedi uzanıyordu. Simya'ya doğru yavaşça hırladı. Simya halen daha güçlerini kullanamadığı için kedinin ne demek istediğini anlayamamıştı. Bir an önce öğrenmek istediği şeyi sorup çıkma niyetindeydi. Ama önce Profesör Ulaş'ın sorusuna cevap vermesi gerekiyordu.
Lafa atıldı ama ne söyleyeceğini yolda düşünememişti. "Profesör bir arkadaşıma ödev vermişiz. İklim ismi eminim hatırlarsınız" dedi Simya sahte tebessümüyle "Ödevini okudum da gayet başarılı buldum sadece kafama takılan bir şey var. Rigel'in yaptığı göl tam olarak nerde?"
Profesör Ulaş bu hızlı girişi beklemiyordu. Oturduğu sandalyeden kalktı. "Demek arkadaşının ödevini okudun ve başarılı buldun" dedi yarım gülümsemesiyle "Maalesef ben senin kadar başarılı bulamadım. Bazı noktalarda boşluklar bırakmış. Bak sen bile gölün nerede olduğunu anlayamamışsın"
Simya çoktan geldiğine pişman olmuştu, İklim'in ödevini mahvettiğini düşünmeye başladı. Toparlamaya çalışarak "Efendim biliyorsunuz ki bunlar hep efsane olarak kalmış şeyler. Elbette ödevde biraz eksiklik olabilir. Ben sadece merak etmiştim. Gölün yeri gizlenmiş ancak iyi niyetli olursa bulunabilirmiş" dedi.
Profesör Ulaş tarihe bu kadar ilgili olmasından keyif almıştı. Tarih konusunda olan takıntısı birden ortada beliriverdi. Eliyle kahverengi gür saçlarını geriye doğru attı. "Rigel'in yaptığı gerçekten de güçlü bir büyüydü. Ama her zaman iyilik için yapılan büyüler iyilikle karşılık bulmaz. Yıllar içinde o göle insanlar ölümsüzlük arzusu ile gelip kafayı yemişler. Weber kızının yaptığını yanlış bulup düzeltmeye çalışsa da başarılı olamayıp yok edememiş. En sonunda o bölgeyi gizlemeyi seçmiş. Ama gerçekten gerekli olduğu zaman iyi niyetli insanlara gözüktüğü söylenir. Henüz bununla ilgili bir şey duymadım ne yazık ki" dedi.
Simya halen daha tam yerini öğrenememişti ve sormak için kıvranıyordu. Şüphe duymadan nasıl sorabileceğini düşündü. Ama bunun için bir şey bulabileceğini de emin değildi. "Profesör peki tam olarak mevkisi nerede? Bir gün işimiz düşerse diye soruyorum" dedi gülerek. Ama bu gülüş gerçekten de sahte bir gülüştü, inci gibi beyaz dişleri camdan vuran güneşte parlarken bir an önce öğrenip gitmek için can atıyordu.
"Benim iyileştirme gücüm var elbette ki ama sadece merak ettim" dedi Simya kendini düzelterek. Sanki espri yapıyormuş gibi konuşmuştu ama oldukça ciddiydi.
"Mevki olarak Dev Dağların eteğindeki çam koruluğu olarak biliyorum ama orası baya büyük bir yerdir. Zaten gizlenmiş olan bir yeri oradaki ormanın içinde bulmak oldukça zor olur. Birçok mağara bulunan bölgede tehlikeli yaratıklar ve kötü büyücüler olduğunu da biliyoruz" dedi Profesör Ulaş Simya'ya bir adım daha yaklaşarak "Elbette ki bilmediğimiz şeyleri merak etmemiz sorun değildir"
Simya cevabını almıştı. Ama Profesör Ulaş'ın onu çok çabuk bırakası yoktu. "Öyle ya Simya sende farklı bir dünyadan geldin. Bu dünyadaki şeyleri merak ediyor olabilirsin" dedi dolabın yanında rulo yapılmış beyaz bir kâğıdı masanın üstünde açarak "Bu harita olduğumuz bölgeyi yani Montem'i gösteriyor. Demin bahsettiğim Dev Dağlarda tam şuradakiler"
Simya haritayı tekrar görememe riskine karşın dikkatlice inceledi. Profesör Ulaş parmağını dağ eteğindeki büyük çamlık alana koydu. "Bahsettiğimiz göl bu bölgenin tamamında olabilir ama tabi neresinde olduğunu bilemeyiz"
"Haritayı ödünç alabilir miyim?" dedi Simya, Profesör Ulaş'ın bal rengi parlak gözlerine bakmamaya çalışarak "Sadece arkadaşlarıma da göstermek istiyorum"
"Elbette alabilirsin, sadece benim için bir şey yapmanı istiyorum" dedi Profesör Ulaş ama Simya bir adım geri çekilmişti bile. Kolundaki tüylerin diken diken olduğunu hissedebiliyordu. Demin kapattığı kapının yamacına kadar ulaşmıştı.
"Sadece bana geldiğin dünyayı anlatabilirsin" dedi Profesör Ulaş eline aldığı asasını yavaşça döndürerek "Bana geldiğin dünyadan birkaç icat söyleyebilirsin belki onları kendi dünyamızda uygularız"
"Ne istiyorsunuz profesör" dedi Simya kendisinden daha uzun olan adama alttan bakarak "Benden ne istiyorsunuz? İlk konuştuğumuz zamandan beri sizin amacınızın ne olduğunu tam manasıyla çözemedim. Siz bana yakın olmaktan bahsediyordunuz. Bana yardım ettiğinizi anlatıyordunuz. Benimde size yardım etmemi istiyorsunuz. İlk ve son kez soruyorum. Siz benden ne istiyorsunuz?"
Profesör Ulaş geriye çekilip masasına oturdu. Simya'ya da masanın yanındaki sandalyeyi oturması için gösterdi ama onun elini kapının kulpunda takılı kalmıştı. Hızlı hızlı inip çıkan göğüs kafeini kontrol etmeye çalışıyordu.
"Beni yanlış anladığını söylemiştim sana. Ben seninle yakın olmak istiyordum, bir öğretmenden çok arkadaş olmaktan bahsediyordum. Arel bana seninle ilgilenme görevi vermişti. Buraya sonradan geldiğin için alışamayacağından korkuyordu. Ama sana bunu hissettirmeyecektim. O yüzden sana derslerinde yardım ettim. Elbette hepsinden hakkınla geçtin ama bazı konularda yardım esirgemedim. Ve Arel senin dünyan hakkında konuşmamı yasakladı. Ben icatlara, mucitlere çok özenirim. Bir gün arkadaşlarına telefon diye bir şeyden bahsettiğini duydum. Eğer sana yakın davranırsam Arel duymadan bana kendi dünyandaki şeyleri anlatırsın sandım. İletişim ve ulaşımda neler kullandığınızı çok merak ediyordum. Tabi bu konuda seninle konuşmam Arel tarafından yasaklandı, aramızda kalırsa çok sevinirim"
"Arel" dedi Simya koskoca bir okul müdüründen arkadaşıymış gibi söz etmesinden hoşlanmamıştı. "Profesör Arel demek istediniz sanırım. İletişim için telefon ve ulaşım için atsız arabalar kullanılıyordu"
"Elbette Profesör Arel" dedi Ulaş "Çiziminin iyi olduğunu biliyorum, benim için çizer misin? Bu arada senin yanlış anlamış olmandan dolayı çok üzgünüm. Seninle bunu konuşmak istedim ama tepkinden dolayı konuşamadım. Asla bir öğrencime karşı o şekilde yanaşmam. Kendimi sana tam anlatamadım ne yazık ki tabi bu büyük ölçüde benim suçum. Ama sadece öğretmenin olarak benden çekinmene gerek olmadığını söylüyorum. Öğrencilik hayatın boyunca benim sorumluluğum altındasın."
Simya tamam der gibi kafasını salladı, masanın üstünde rulo yapılmış haritayı aldı, kapıyı açtı ama aklına bir soru takılmıştı.
"Aslında bir şey soracaktım" dedi Simya arkasını hızlıca dönerek "Rigel kendini nasıl gölde öldürebildi? Göl onun yaralarını nasıl iyileştirmedi?"
"Sihir her zaman işe yaramaz ne yazık ki" dedi Profesör Ulaş "Bir insana bir şeyi yaptırmak istersen onu büyü ile etki altına alabilirsin ama kişi buna karşı da koyabilir. Mesela sen zihin okuyabiliyorsun ama karşında kişi okuyamamam için duvar örerse okuyamazsın. Yani bir kişi büyüye karşı koymak isterse başarabilir. Dediğimi anlayabildin mi?"
"Sanırım" dedi Simya "Rigel kendisi yapmış da olsa gölün iyileştirme gücüne karşı gelmişti. O yüzden kendini öldürebildi"
Rulo haritayı göstererek teşekkür edip odadan çıktı. Bir hışım kütüphaneye geri geldi. Olup bitenin hepsini tek tek arkadaşlarına anlattı.
"Demek kötü niyeti yokmuş" dedi Tibet "Tek derdi icat yapmak mıymış?"
"Neyse bırakın şimdi onu" dedi Can yumruklarını sıkarak adını andıkça siniri daha da artıyordu.
Kütüphanede yaptıkları beyin fırtınası sonucunda herkes asanın saklandığı yer konusunda artık hemfikirdi. Hem okula uzaktı, hemde kimsenin aklına orası gelmezdi. Zaten Vera kötü niyetli olduğundan göl ona asla gözükmezdi de. Ama şimdi farklı bir sorunla karşı karşıyalardı.
"Valla kızılcık senin annende gerçekten kimse bulmasın diye neler düşünmüş. Resmen eziyet bu, okuldan çıkmamız bile yasakken bahsettiğiniz dağ eteğine nasıl gidebiliriz" dedi Tibet sonunda isyan ederek. Dediği anda bu söylediğine pişman olmuştu ama iş işten çoktan geçmişti. Simya cevap bile vermedi. Beliz iksirini sonunda tutturmuş gibi suratında kocaman bir sırıtma ile onlara bakıyordu. "Sonunda be, sonunda yapabildim" dedi
Can artık dayanamayıp sormak zorunda kaldı. "Beliz sen hakikaten orada ne yapıyorsun? Kaç zamandır o kazanın başında bir yeşildir bir mavidir isyan ediyorsun"
Beliz büyük bir gururla gözlerini süzdü. "Uzun süre dayanıklı dönüşüm iksiri" dedi.
*
Okuldan nasıl çıkacaklarını, o bölgeye nasıl gideceklerini, gitseler bile okulda olmadıklarının nasıl ortaya çıkmayacağı konusunda bir plan yapmaları gerekliydi.
"Cuma günü kasabaya inmek için okuldan çıkabiliriz. Okula dönüş zamanına kadar da dönmüş olursak sıkıntı yok" dedi Can kahvaltı masasında sessizce. Okuldan çıkış konusunda haklıydı ama dönüş zamanını ayarlayamazlarsa çok büyük problem olabilirdi. Okuldan çıkarken kayıt tutuluyor olması işlerinin terse gitmesine sebep olabilirdi. Hava kararmadan oraya gidip dönmeleri çok zordu. Hem daha nasıl gideceklerini ve nasıl bulacaklarını bile bilmiyorlardı. Beliz yine yakalanmalarından korkuyordu ki Simya onun gelmek istemediğini düşünmüştü bile. Çünkü günlüğü çalma konusunda da yardım etmeyeceğini baştan söylemişti. Dönüş zamanını tutturamazlarsa da okulda olmadıklarının ortaya çıkmaması için Simya çılgınca bir plan hazırladı.
"Kapılar açıldığında kapının önündeki çember büyüsü etkisiz olacağından öğrencilerin arasından görünmez olarak geçebiliriz" dedi Simya "Ama okulda olmadığımız zaman boyunca eğer bir öğretmen bizi ararsa okulda olmamızda gerekiyor."
"Aynı anda iki yerde olmaktan bahsediyorsun" dedi Can duyduklarına hayret ederek "Bu mümkün değil?"
"Elbette mümkün değil ama bizden bir tane daha olsa aynı anda iki yerde olabiliriz" dedi Simya gözlerini yulaf lapasını kaşıklayan arkadaşına dikerek "Tabi ki Beliz sayesinde"
Simya aklındaki çılgın fikri anlatmaya başladı. "Hayvan barakasından alacağımız kanatlı farelere Beliz'in hazırladığı dönüşüm iksirini içirip insan formuna çevirebiliriz" dedi. Herkes bunu gerçekten çılgın ve bir kadarda imkânsız olduğunu düşünüyordu. Beliz hazırladığı dönüşüm iksiri ile fareyi insana çevireceğinden pek de emin değildi.
"Saçmalamayın bu iksir sadece havyandan hayvana dönüşmeye yarar. Hayvanı insana dönüştürmeyi denemedim bile ve işe yarayacağını da sanmam"
Simya dik dik bakıyordu, sanki lütfen diye yalvarıyordu. Beliz yine de karşı çıktı. "Okuldan çıksanız da son giriş saatine kadar dönebileceğinizi nereden çıkardınız? " diye çıkıştı. Belki de haklıydı gittikleri yeri bilmiyorlardı bile. "Hem fareyi size dönüştürmeyi başarsam da fare bu konuşamaz ki. Ya Profesör Arel ya da Elena sizden birini görmek isterse ne olacak?"
Beliz hariç herkes planı onaylamıştı. Cuma günü öğleden sonra okuldan kaçıp koruluğa gideceklerdi. Koruluğa kadar gitmekte sıkıntı yoktu. Can daha önce oranın yakınlarında bir yere gittiği için oraya kadar ışınlanabileceklerdi ama sonrasını yürümek ve gölü aramak zorundalardı.
Beliz'i ikna etmek ne yazık ki Tibet'e kalmıştı. Sonunda pes eden Beliz iksiri deneyeceğine söz verip kahvaltı masasından kalktı. Simya koridordaki büyük camın önünde durmuş dışarıda uçuşan kuşları seyrediyordu. Hala büyü gücünü kullanamadığından ne dediklerini anlamasa da hayvanları izlemek ona mutluluk veriyordu.
"Sınav için hazır mısın?" dedi arkasından tanıdık bir ses. "Sanırım" dedi Simya tanıdık sese cevap verirken "Eminim Profesör Öker en zor iksirlerden birini yaptıracaktır. Bu arada turnuvada sana topla vurduğum için özür dilerim"
"Sorun değil" dedi Umay, Simya'nın arkasını bile dönmeden onu nasıl tanıdığını merak ediyordu. Sınıfın ahşap kapısından Can çıkıp geldi, konuşmadan sadece Simya'nın beline sarıldı. "Umarım iyi geçer sınavınız" dedi Umay, Can teşekkür manasından kafasını salladı.
"Uygulama sınavımızın sonuncusu ve en zoru" dedi Profesör Öker asasını sallayarak camların hepsi birer taş duvara çevirdi. "Sizden karanlıkta kaldığınızda size ışık verecek bir iksir istiyorum"
Herkes masasının üstündeki kazanına eğilmiş, otları, suları birbirine karıştırıyordu. "İksiri biten direk uygulayacak. Avucunuza dökmeniz yeterli" dedi Profesör Öker masasına geçip kitabına gömülerek. Simya kafasındaki bir sürü şeyle sınava girmişken hiç bilmediği bir iksiri sıfırdan yapma konusunda zorlanıyordu. Göz ucuyla iki yanındaki arkadaşlarına baktı, sınıftaki diğer öğrencilerde onun kadar panik haldeydi. Bir saatlik sınav sonunda sınıfın yarısı iksiri yapamamışken Beliz iksiri herkesten önce bitirmişti. Simya sınavın son dakikalarına doğru iksiri başarmanın mutluluğuyla sınıftan ayrıldı.
Beliz birkaç günlük yoğun çalışma sonunda iksiri tamamlamıştı. Ama bu işi takıntı yaptığından yemek yemiyordu, iyice zayıflamıştı ve gözlerinin altı mosmor olmuştu. "Sanırım başardım" dedi uyku akan gözlerinin önünde tuttuğu kazanına bakarak "Sanırım bitti ve süresini uzatmak için inanmayacaksınız ama Gostil kullandım"
"Ama Gostiller kanayan yaralarda ve baş ağrılarında kullanılır genellikle" dedi Can kazana kafasını uzatarak iğrenç kokuyu içine çekmemeye çalıştı.
"Evet, Gostiller sabitlemek için kullanılır. Kanı durdurur, baş ağrısını keser ve istediğim şeyin sabit kalmasına sağlar. Yani farelerin insan formunda kalması çok daha uzun süreli olacak"