Selllaaammm! Ay ben geldim. Kesiti 14 Haziran da paylaşamadım. Oysaki bir okurumun doğum günüydü ama maalesef ki gidip onca kişinin yediği pastadan tek zehirlenen olarak tarihe geçmekle meşguldüm. :(
Neyse çok konuşmayacağım. Bugün doğum günü olan sevgili papatyam azerkaraca01101 doğum gününü tüm kalbimle kutlar, yeni yaşında huzur ve mutluluk dilerim... ✨
14 Haziran kızı tuana_37 sende iyiki doğdun bebeğim ❣️
Bölüm şarkım yok, çok duygusuz hissediyorum. Kendi gönlünüze bıraktım muaahh <333
İyi okumalar^
*
“Arkadaşlar perdeleri dekorasyon için kullanıyoruz estetik durmalı evet biraz daha toplamalısınız. Ah hayır” avuç içimle belimi destekleyip topuklu ayakkabılarımın üzerinde hızla adımlarla organizasyon çalışanının elindeki perdeyi tutup masa üzerindeki toplu iğneler ile birbirlerine tutuşturdum.
“Ve işte bu şekilde!” ellerimi birbirine vurup başımı iki yana yatırdım. “aynı ton bir şeritle büzgüleyip yakut tokayla süsleyin” gözümün önünde canlanan görüntüyle başımı salladım. Evet hoş olmuştu.
“İstediğiniz altın işlemeli yemek takımları da geldi Aden Hanım. Bakacak mısınız yoksa kaldırtalım mı?” başımı sol tarafımdaki sorumlu kadına çevirdim ve onaylar nitelikte salladım.
“Camlar dışarıdan filtreli değil mi? Basının kesinlikle içeriden görüntü almasını istemiyoruz. Girişte görüntü alınacak ama daha sonrası için kesinlikle böyle bir şey istemiyoruz. Bu konuda daha hassas olunmasını söyleyin.”
“Talimatlar verildi efendim, merak etmeyin.” geriye birkaç adım attıp isminin Nilüfer olduğunu öğrendiğim kadına döndüm. “Yarın akşam bitiyor tüm bu çile Nilüfer Hanım ama lütfen bir aksilik çıkmasın.” anlayışla gülümseyen kadına mahçupca baktım.
“Estağfurullah Aden Hanım benim işim bu. Üstelik her şey olması gerektiği mükemmelikte olduğundan şüpheniz olmasın. Aklınız kalmasın.” gözlerimi açıp kapattım ve zarifçe gülümsedim.
Çalan telefonum ile bakışlarım elime kaydığında ekranda gördüğüm numarayla kaşlarımı çattım. Kayıtlı değildi ve son bir haftadır Yağız ısrarla farklı numaralardan arıyordu. Açıp açmamak arasında kararsız kalsam da içimdeki huzursuzluğa rağmen açıp kulağıma dayadım.
“Efendim?” sesli bir nefes sesiyle birlikte Yağızın aceleci sesi duyuldu. “Aden?” açmamı beklemiyor olacak ki ilk birkaç saniye bekledi ve peşisıra çarçabuk konuşmaya devam etti. “Biliyorum benimle konuşmakta, görüşmekte istemiyorsun ama lütfen. Lütfen kendimi açıklamama izin ver.”
Öfkeyle dolduğumu hissederken diğerlerinin yanından seri adımlarla uzaklaştım. “Sadece 5 dakika” diye yinelediğinde görebilecekmiş gibi sol elimi kaldırıp gözlerimi kapattım. “Yeter! Dur artık.” gözlerimi açtığımda geniş pencerenin arkasından karlı bahçeyi izledim.
“Bazı şeyleri anlarım tamam mı? Toleransta gösterebilirim ama senin benim evimde, en yakın arkadaşımı becermeni hiçbir yere koyamam, sığdıramam. Benim midem bunu kaldıramaz.” arkadan gelen hışırtılarla arabada olduğunu farkettim ve ardı sıra boğuk sesini duydum.
“Nazlı-” sesli bir nefesi içime çektiğimde konuşmasına müsaade etmedim. “Aden.”
“Aşağıya in konuşalım iki dakika.” kaşlarım çatıldı ve ben refleksle arkamı döndüm. “Neredesin?” buraya gelip gelmemiş olmasını dert edinmeme fırsat kalmadan Zeyd'in elleri cebinde çattığı kaşlarıyla birlikte bana baktığını gördüm. Onunla zorunlu olmadıkça konuşmuyorduk. O gecenin sabahını sabah etmiş durulmak bilmeksizin birbirimizin tenlerinde soluklanmıştık. Kimi zaman uykuya dalıyor hemen sonrasında Zeyd'in tenini tenimde hissedip yeniden aynı istekle dolup taşıyordum. Güneş doğduğunda son kez ilkel bir istekle haykırmış ve sonrasında ikimizde tam anlamıyla bayılmıştık. Israrla çalan telefonumun sesiyle uyandığımda Zeydin başı göğüslerimin arasında, uzuvu içimde aynı sertlikte bulduğumda neredeyse yapışmış göz kapaklarımı zorlukla açıp üzerimden itmeye çalışmıştım ama bu içimdeki uzvunu daha da belirginleştirmekten öteye gitmemiş yıllardır ilişkiye girmeyen organımı acıyla karışık zevkle sızlatmıştı.
Ellerimi omuzlarından dürtüp uyandırdığımda dudakları göğüs oluğuma tüm geceye inat yumuşakça dokunmuştu. “Kalkmam lazım” pürüzlü sesim kısık ve bunu istemediğimi belirtircesine isyankârdı.
Başını göğsümden kaldırmasıyla içimdeki varlığını da geri çekip gözlerime bakmış ve “Son kez” diyerek isteğini belirtmişti. Ona doğru kalkan kalçalarım tamamen isteğim dışı gerçekleşmişti ve bu onu bir onay olarak algılamış yine tüm geceye inat bu kez oldukça yavaş ve yumuşakça benimle sevişmişti ama kesinlikle son kez olmamış tam olarak üç saat gecikmeme sebep olmuştu.
Ondan sonra hiçbir temasa girmemiştik. Adeta birbirimizden kaçıyor, Umut'un yanımızda olmadığı zamanlarda oyalanacak başka şeyler buluyorduk. Bulduğum eve gidip bakmış kısa sürede toparlayıp ev işinide halletmiştim ve son 3 gündür oraya taşınmakla meşguldük.
“Sen mi geleceksin ben mi yukarı çıkayım Nazlı?” diyen sesle kendime geldiğimde soğuk bir ifadeyle “Bekle” dedim ve ardından telefonu kapattım.
Birkaç adım uzağımdaki adama doğru iki küçük adım attığım da olduğu yerde durmaya devam etti. “Geleceğini söylememiştin?” dedim çekine çekine. Onunla kavga etmek beni hayli yoruyordu ve itiraf etmeliydim ki hiç ama hiç halim yoktu. Çatık kaşları çok az düzeldi ve omuzlarını silkti. “Hazırlıkları görmeye geldim.” umursamazca etrafa bakındı. Hiç umurunda olmadığı o kadar belliydi ki kısa süre sonra yeniden bana döndü.
“Tamam o zaman.” dedim ne diyeceğimi bilmeden. “Gidecek misin?” dedi neyden bahsettiğini sormak istemedim çünkü duymuştu.
Bu onunla o geceden sonraki ilk düzgün konuşmamızdı. Sesinde bir öfke, kızgınlık veyahutta suçlama yoktu. Dümdüz gidip gitmeyeceğimi sormuştu. Başım yorgunlukla omuzuma düştüğünde karnımın üzerinde birleştirdiğim ellerimin arasında ki telefonu kaldırdım.
Bu basit bir hareketti ama anlamı benim için çok büyüktü. Yüzük parmağım da bir yüzük vardı ve anlamı çok çok büyüktü.
“Bende geleyim.” dedi oldukça normal bir teklifte bulunmuş gibi “Tamam” dedim. Dudağının kenarı sağa doğru kıvrıldığında gülümsemesini gizlemek adına başını aşağıya eğdi. Başımı olumsuz anlamda iki yana sallayıp dudaklarımı birbirine bastırdım ve yanında sert adımlarla geçip ilerlemeye başladım. Erkeklerin ego tatmin etme çabaları cidden bazen komik olabiliyordu. Avuç içi belimdeki yerini aldığında kokusu burnuma doldu ve başım döndü. Çaktırmadan yürümeye devam ettim ve belimdeki elinin yakıcı hissini düşünmemeye çalıştım.
Önce merdivenleri indik ve daha sonrasında mekanın geniş girişinde durduk. Uzun zamandır görmediğim Yağızdan yana hiçbir fark yoktu. Her zamanki gibi düzenli takım elbisesi, saçları ve traşlı yüzüyle dimdik ama kesinlikle gergin olduğu bir dik duruşla bekliyordu. Topuklu ayakkabılarımın sesiyle başını geldiğimiz yöne çevirdiğinde gözlerinin hedefi ilk önce bendim. Özlem, pişmanlık bir çok duyguyu barındırdığını söyleyebilirdim ama çokta umurumda olduğu söylenemezdi çünkü ben onu her zaman bir sevgiliden çok yakın bir arkadaş olarak görmüştüm. Şimdiyse yakın arkadaşı tarafından ihanete uğramış birisi olarak...
Dudakları aralandı ve konuşmak için bir adım attığında gözleri yanımdaki adama, belimdeki sahiplenici tutuşun sahibine döndü. Önce kaşları çatıldı sonra çenesi gerildi. Anlamadığını belirtir bir ifadeyle gözleri bana döndüğünde gözlerindeki şüphesiz hayal kırıklığıydı.
Adımlarımız tam karşısında durduğunda Zeyd beyefendiliğinden ödün vermeden elini karşısındakine uzatmak yerine beni kendine çekti ve samimiyetsiz bir tebessüm bıraktı. Onu oğluyla konuşurken görmüş olmasaydım eğer bu gülümsemenin sahte olduğundan şüphe duymaz aksine samimi bulurdum.
“Zeyd Hancıoğlu” Yağızın ilk birkaç saniye şaşkınlığını gizleme gereği duymadan Zeyd'e baktığını gördüm ve hemen sonrasında inanamıyormuş gibi bana döndü.
“Ciddi misin? Kaçtığın adama mı dönüyorsun?” Zeyd'in tenimdeki elleri gerginleşti ve bedenimdeki parmaklarının baskısı arttı.
“Bu ne cüret?” kaşlarım çatık öfkem hat safhadaydı. “Sen beni en yakın arkadaşımla aldatmışken hangi yüzle karşıma geçip hesap soruyorsun!” bağırmıyordum. Ses tonum sabitti ama buram buram akan öfke yeterince etktiliydi.
“Yalnız konuşalım.” elimi kaldırıp susmasını sağladım ve Zeyd'in bedenine yaslı bedenimi geri çektim. “Sakın. Sakın bana maval okuma! Aynı günde çıkan nöbetler, kazalar, toplantılar, evde bir arada bulunamamalar... Taşak mı geçiyorsun benimle?” birden fazla kez beni aldattığını söylemişti Zeyd. Üzerine düşünüldüğünde çokta kafa patlamaya gerek kalmıyordu.
“Bak öy-”
“Kes sesini Yağız!” başım istikrarla dönmeye devam ediyordu ve ellerim yavaştan titremeye başlamıştı. “Canını yakmamı istemiyorsan siktir git.”
Güldü. Eli koluma uzandı. “Dalga mı geçiyorsun kızım benimle!? Sen değil misin günlerdir bu adamın yatağından çıkan! Neyin ahlak dersini veri-” cümlesi bir kez daha bölündü ama bu kez müdahale eden ben değil bizzat Zeyd oldu. Yumruğu Yağızın yüzünde şiddetle çarptığında Yağızın burnundan kan akmaya başladı ve Zeyd durmadan üzerine atılıp peş peşe yumruk attı.
“Seni öldürürüm orospu çocuğu! Seni öldürürüm! Bir daha karıma. Çocuğumun annesine dokunmaya cüret edersen seni öldürürüm! Seni yedi sülalenin sikerim!”
“Zeyd!” bedenim şaşkınlığın şokundan çıktığında ona doğru yaklaşmaya çalıştım ama kendini o kadar kaybetmişti ki ona ulaşamıyordum.
Yağızın yüzü kan revan içinde kalmış gözleri kaymaya başlamıştı. Karşılık vermeye çalışıyordu ama Zeyd öyle hayvansı bir şiddetle atılıyordu ki onu durdurmaya çalışmak bile mümkün değildi.
“Öldüreceksin!” dedim.
Kapının önünde bekleyen güvenlik görevlileri bize doğru koşmaya başladığında bende Zeyd'e doğru yürüdüm ve vurmak için kaldırdığı elini tuttum. “Dur lütfen!”
Durdu. Ellerimin altındaki kaskatı yumruğunu avuç içimde sıkıp sakinleştirmeye çalıştım. Üstü başı kan olmuştu ama umrunda değildi.
“Dur.” dedim daha kısık bir sesle yalvarır gibi. “Umut için.” bu ondaki kırılma noktası oldu ve altına aldığı bedenin üzerinden kalkıp avuç içimdeki yumruğunu açtı ve elimi tutarak önüme geçti.
“Götürün şu piçi şuradan bir daha karıma da çocuğuma da yaklaştırmayın!”
“Hadi” elimle kolunu tutup bedenini kendime çevirip avucumun içindeki elini sıkıca tutarak ilerideki puflara yönlendirdim.
Korkarak bizi izleyen Nilüfere elimle işaret verdim. “İlk yardım çantası getirin.”
“Bir şey yok.” sesindeki sönmemiş öfkesini iliklerime kadar hissediyorken birde sesinden duymamla birlikte kaşlarımı çatarak elini bıraktım ve oturduğumuz yerden kalktım.
Belkide kalkmaya çalıştım demek daha doğru olurdu çünkü eli yeniden ama tüm öfkesinden arınarak bileğime ve oradan da elime dolandığında beni kendisine doğru çekti ve ben bacaklarının arasına, dizlerinin üzerine düştüm. Şaşkınlıkla aralanan dudaklarıma kısaca bakıp gözlerime çıkardı mavilerini.
“Çocuk musun sen?” kaşlarım dahada çatıldı ve ellerimi kendimden bağımsız belime doladığı kollarının üzerine koydum.
“Asıl sen çocuk musun? Ne yapıyorsun? Sürekli bir şeyleri kırıp dökerek mi benimle anlaşmayı düşünüyorsun. Sinirlerimi bozuyorsun. Sana bir şeyler anlatmaya çalışırken on yıl yaşlanmış gibi hissediyorum kendimi.” dudağının kenarı sola doğru kıvrıldı ve başı önüme doğru düştü. Kafasını kaldırdığında yüzü göğüslerime denk geldi ve dudaklarının arasından dökülen sıcak nefesi göğüs oluğumdan içeriye akıp bedenimi ürpertti.
“Bende bazen kendimi çocuk gibi hissetmek istiyorum.” sesindeki kısık tonla birlikte bacaklarımı birbirine bastırıp inlememek için dilimi ısırdım. “Ne yapıyorsun?” kalbim ritmini şaşırmış arsızca göğsümü dövüyordu. Yumuşak dudakları transparan kesim dekoltemden tenime ıslak bir öpücük bıraktığında gözlerim kapandı ve aklımdan fikrimden geriye kalan son irademle duyduğum topuk sesleri beynimde şimşek gibi çaktı. Hışımla yerimden doğrulup kendimi geriye çektiğimde Zeyd şaşkınlıkla bana döndü.
Elimi kolumu olabildiğince sabit tutmaya çalıştım ve mesafeli bir şekilde bakışlarımı ondan kaçırdım. Nilüfer hanım elinde tuttuğu ilk yardım setiyle bize doğru gelirken gülümseyerek elindekileri alıp teşekkür ettim.
Herhangi bir şeye rağmen başımızda dikilen Nilüfer hanıma aldırmadan gergince pufa oturup Zeyd'in kanlı ellerini avucuma aldım. Önce temizleyip sonra oksijenli suyla yıkadım ve kanlardan arındırıp yer yer soyulan deriye merhem sürdüm. Gazlı bezle üç kez çevresini dolaştırıp avuç içine bir düğüm attığımda geri çekilip çıkardığım malzemeleri yerine koydum. O kadar yavaş yapıyordum ki bunu Zeyd sıkılmış gibi nefeslenip elimdekileri aldı ve Nilüfer'e uzattı.
Nilüfer'in geri çekilmesine olanak tanımadan ayağa kalkıp elimden tuttuğu gibi peşisıra beni de yanında koşar adım götürmeye başladı. “Nereye gidiyoruz?” miyavla istersen birde kızım.
“Kaçamayacağın bir yere.” sesine bile etkilenmem normal miydi sahiden?
Paltomu görevliden alıp usul usul yağan karın altında valenin getirdiği arabaya doğru hızlı adımlar atmaya devam ederken dilimin çözülmesi gecikmedi.
“Bir sürü işim var! Buradan ayrılamam.” arabanın önünde durup kapıyı benim için açtı ve vale hemen yanımızda durmaya devam ediyorken ellerimi bıraktı.
“Atacağın çığlıkları sadece ben duymak istiyorum ama yok ben public seviyorum diyorsan hemen şimdi dönebiliriz.” gözlerim şaşkınlığımla kocaman açıldığında hissettiğim utançla birlikte alelacele arabaya binip ellerimle yüzümü kapattım.
Yanımdaki koltuk zaman geçmeden doldu ve araba çalıştı. Arabanın içinde yankılanan rahatsız edici sesle birlikte “Nazlı” diyerek dişlerinin arasında soludu.
“Ne!?” bende yönümü ona dönüp direksiyonu tutan uzun parmaklarına ve yola bakan yakışıklı profiline baktım. Sinirlerimi bozuyordu ama kesinlikle buna değecek birisiydi. Herkesin isteyeceği bir adam şuan yanımda oturuyordu ve ben onunla çok fazla arsız şeyler düşünecek kadar anım vardı.
“Tak şu kemerini yoksa ben o kemeri sana çok daha farklı amaçlar için takacağım.” bana dayatma yapma dedikçe inadıma hareket ediyordu ve ben onun inadına davranmayı son zamanlarda huy haline getirmiştim. Neredeyse 2 haftadır oturup adam akıllı konuşmuyor, göz göze bile gelmiyorken şimdi benimle bu şekilde konuşması bir yandan hoşuma gidiyor öteki yandan sinirlerimi bozuyordu.
“Tak” dedim umurumda değilmiş gibi omuzlarımı silkip ona meydan okurken. Arabayı ani bir manevrayla sağ şeride çekip frene öyle şiddetli bastı ki tekerler çığlık çığlığa verilen emre itaat etti. Bedenim öne doğru savrulduğunda başımı torpidoya çarpmak üzereydim ki avuç içini önüme koyup eline kafa atmama sebep oldu. Gözlerim şokla büyürken kafamı çevirip ona baktım.
Elleri koltuk altlarımdan tutup bedenimi kucağına koyduğunda bacaklarım iki tarafından oturduğu koltuğa yaslandı ve belim direksiyona çarptı. İnce bir sızıyla istemsizce inleyip refleksle omuzlarına attığım ellerimi sıktım. Koltuğunun geriye çekilmesiyle direksiyon ile arama giren boşlukla derin bir nefes aldım ve Zeyd'e döndüm. Başı geriye düşmüş kısık gözlerle yüzüme bakıyorken parmaklarının arasındaki etimi sıkıştırıp kucağında daha fazla baskı uygulamamı sağlıyordu.
“Şu gözlerini şöyle büyüttüğünde aklımdan geçenleri ah bir bilsen bir daha büyütebilir misin acaba”
Çevremizde kimse yoktu ama niye kısık sesle konuşuyordu? Ona ayak uydurup aynı tonla “Ne?” diye sordum. Güldü ve avuç içindeki tenime daha sıkı tutundu. Baskısıyla inlediğimde yüzünü yüzüme yaklaştırıp “inleme.” dedi.
“Niye?” nefesi dudaklarımdan içeriye giriyorken kokusu genzime doluyordu. “Çünkü...” bedenimi kısaca kaldırıp biraz daha kendine yaklaştırarak kucağına yerleştirdiğinde ikimizde seslice inledik. “İçindeyken çıkardığın sesler, kayan gözlerin ve ağzındayken büyüyecek olan gözlerini düşünmek beni delirtiyor.”
Ellerimi ensesinden kendime sıkıca bastırıp dizlerimin üzerine kadar sıyırılan eteğime aldırış etmeden altımdaki adamın üzerinde olmam gereken yer orasıymış gibi bedenimi yerleştirdim.
Dudakları dudaklarımı bulduğunda kısaca onu öpüp daha fazlasına karşılık vermeden kendimi geriye çektim. “Durmamız gerekiyor.” durmadı. Aksine daha da ileriye gidip belimdeki elinin birisini çıplak üst bacağıma çıkıp beni kendine mümkünmüş gibi daha da bastırdı. Dudaklarımızın arasından çıkan iniltiyle ellerimi göğsünün üzerine koydum ve kendimi geriye çektim.
“Oğlumuz.” dedim nefes nefese, acilen durmalıydık. Sorunlarımızı öpüşüp koklaşarak çözemezdik ki cinsel açlığımız hiçbir zaman bir çözüm yolu olmamalıydı. “Oğlumuz nerede?” genzimi temizleyip daha net bir şekilde sordum. “Neden yanında değil?” durdu. Durması için söylenmesi geren sihirli kelimeyi artık bulmuştum ve ben onu her noktada durdurabiliyordum.
“Oğlumuz.” anlamak ister gibi durdu. Önce kaşları çatıldı sonra gözleri büyüdü ve beni tuttuğu gibi kaldırıp yan koltuğa fırlattı. Evet tam olarak fırlattı ve kemerimi bile bağlamama müsade etmeden arabayı çalıştırıp gaza bastı.
“Zeyd!” dedim. Oğlumuz aklına yeni geliyordu ve geldiği gibi yerinde duramıyordu. “Lütfen bana sadece annenin yanında olduğunu söyle!”
“Özür dilerim babam.” gözlerimi sıkıca kapatıp ellerimi alnıma vurdum. “En azından babanın yanında Poyrazın olduğunu söyle.” medet umar gibi ona döndüğümde başını olumsuzca sallayıp kısa bir an bana baktı ve gaza daha da basıp yola döndü.
“Turgut amcayla birlikteler.”
“Zeyd!” diyerek sinirle çığlık attığım da telefonumu elime aldım.
“Sana inanmıyorum! Nasıl baban ve Turgut Beyin arasına oğlumu atarsın!” aradığım numarayı bulup çevirdim ve telefonu kulağıma dayadım.
“Seni almak için geldim. O puşt olmasaydı alıp çıkacaktım seni işte bu kadar oyalanmayacaktık.”
İkinci çalışta açılan telefona aman vermeden konuştum. “Ela Turgut Bey nerede?”
“Odasındalar efendim bir sorun mu var?” evet hemde çok büyük bir sorun vardı.
“Ecevit Bey ve Umutta yanında mı?”
“Aden Hanım ne oluyor?” seslice bezgin bir nefes verip başımı geriye yasladım.
“Gidip Umut'a bakar mısın lütfen?”
“Tabii tabii merak etmeyin siz. Arden Umut çok iyi, az önce yanlarından geldim, Demir Beyde odada”
Ben o kadar emin olamıyordum ki tek kelime bile edemedim çünkü dede olma meraklısı iki koca adamın yanında oğlumun olduğu her an çocuğumun sevgisini rüşvetle kazanmaya çalışmaktan asla geri durmuyorlardı. Umutta bundan hiç ama hiç şikayetçi değildi tabiki ama bu böyle ilerleyemezdi. Her istediğini şıp diye elde etmesine tamam diyemezdim. Bunun yanı sıra bu ikilinin yanında birde Demir Karaman vardı ve şuan sinirden çıldırdığına ve oğluma bir mikrop muamelesi yaptığına o kadar emindim ki düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum.
“Acele etsene Zeyd!” yeterince hızlı gidiyorduk oysaki ama kesinlikle bana yetmiyor, oğlumu göremediğim her an ağladı ağlayacak gibi oluyordum.
En nihayetinde araba Karaman Holdingin önünde durduğunda beklemeden koşar adım indim ve turnikelere bile aldırış etmeden hızla asansöre ilerledim. Zeyd de kısa sürede yanıma ulaşmış benimle birlikte asansörün katta durmasını bekliyordu. Kimsenin olmadığı boş asansör yönetim katında durduğunda yine dur durak bilmeksizin koşar adım odaya ilerledim ve kapıyı çaldıktan sonra müsade almadan odaya girdim. Gözlerim karşılıklı tavla oynayan Ecevit ve Turgut ikilisinde gidip geldiğinde onlarda yüzlerindeki gülümsemeyle bana bakıyor ve acelemin sebebini anlamaya çalışıyorlardı.
Gözlerim etrafta dolaşıp oğlumu Demirle birlikte karşılıklı gülerek oturduklarını gördüğünde karardı ve dengem sarsılıp dizlerimin bağı çözüldü. Yere düşeceğimi zannederken Zeyd'in tanıdığım teni, kokusu bedenime sarılıp en yakın koltuğa oturmama yardım etti.
Turgut Bey ve Ecevit Hancıoğlu da oturdukları yerden ayaklandılarında Umut herşeyden habersiz babasına koştu.
“Babam gelmiş.” oğluna sıkıca sarılıp kucaklayan Zeyd'in gözleri bendeydi ama ilgisini oğlundan da esirgemiyordu.
“Kızım ne oldu?” Turgut Beyin telaşesine gülümseyip kalkmaya çalıştığım da Zeyd'in omuzumdaki elinin baskısıyla olduğum yerde kaldım.
“Hemen aşağıya haber verelim gelsinler baksınlar kızım.” cevap beklemeden ilerleyip masanın başından telefona uzandığında itiraz etmeye çalıştım ama bir bakışıyla beni susturdu.
“Annem.” gözlerim yanıbaşımda babasının kucağındaki oğluma kaydığında gülümsememi bastırmadan kollarımı uzatıp onu almak istedim ama Zeyd'in vermek gibi bir niyetinin olmamasıyla gözlerine bakıp sorun olmadığını belirtmek istedim.
“Sabah çıktıktan sonra bir şey yedin mi?” kısık sesle sorduğu soruya başımı çevirip oğluma bakmakla yetindim.
“Bebeğim. Ne yapıyorsun sen burada?” ellerini dudaklarıma uzatıp onları öpmemi bekledi ve hemen sonrasında minik kollarını boynuma sarıp başını göğsüme bastırdı. “Ecevit ve Turgut dedemle tavla oynadık sonrada Demir dayımla araba yarışı yaptık.” sakince anlatırken bir anda geri çekilip pırıl pırıl gözlerle bana baktı.
“Biliyor musun o beni hep yendi ama babamda onu yendi.” diyerek dudaklarını iki yana kıvırdığında ellerimi sırtından bastırıp kendime çektim ve sıkıca sarıldım.
“Anne seni çok özledi.” saçlarının üzerine minik bir öpücük kondurdum.
“Bende anneyi çok özledim.” ağzını yüzünü ısırmamak için sımsıkı sarıldım ve kokusunu içime çektim. İyiki doğurmuştum onu ve iyiki benim oğlumdu.
Kapının tıklatılmasıyla birlikte Turgut Bey onayladı ve içeriye giren şirket çalışanlarından Suat Bey başıyla herkesi tek tek selamladı.
“Geçmiş olsun Aden Hanım. Ne olduğunu kısaca anlatır mısınız?”
“Sadece başım döndü. Muhtemelen tansiyonum düştü, önemli bir şey olduğunu zannetmiyorum.” onaylamaz bir tınıda dilini damağına vurmak suretiyle beni ayıplayan Turgut Bey ile başımı önüme çektim.
“Bayılıp düşecektin hâlâ daha sadece başım döndü diyor. Hey Allahım ya, kızım kibarlık abidesi misin sen? Kırılacaksın zerafetinden, bir dur. Bir baksınlar.” hiçbir şey söylemeden bakışlarımı kaçırdığımda gözlerim hiç olmayacak birisiyle, Ecevit Hancıoğluyla kesişti.
Dudağının sağ tarafa kıvrılması, gözlerinin kısılması ve alttan bakışlarını hayra yormamam gerektiğinin farkındaydım ama altından ne çıkacağını tahmin dahi edemiyordum.
Başını iki yana yavaşça ama altından onlarca ima yatacak bir şekilde salladığından yönünü doktor Suat Beye döndü.
“Dede oluyorsun dersen seni şirketin başına ceo yaparım.” Demirin muhtemelen içtiği su genzinde kalmışcasına öksürdü. Elindeki bardak yere gürültüyle düştüğünde Zeydin de bakışlarının üzerimdeki ağırlığının altında ezildim.
Olma ihtimali var mıydı?
Vardı. İkiz hatta üçüzler bile olabilirdi. Öyle bir ihtimaldi yani, olabilirdi.
Ne saçmalıyordum? Karnımın aç olduğuna emindim ama zamanım olmadığı için tek lokma bile yiyememiştim.
Uzun bir sessizlik olduğunda “öyle bir şey olamaz.” dedim. Eminde değildim ama olamazdı, olmamalıydı.
“hiç mi ihtimali yok?” diye sordu bu kez Ecevit Hancıoğlu. Yok diyemezdim vardı ama yoktu işte.
“Rica ediyorum Ecevit Bey saçmalamayın.” midemin bulanmasını psikolojik baskıya yoruyordum çünkü iki haftada hamile kalıp bunu anlamayacak olmam saçma olurdu.
Umut'u kaç ay sonra farkettiğini konuşalım mı istersin?
Saçmalıyordum. Hemde çok fena saçmalıyordum.
“Yemek yemeye vaktim olmadı. Muhtemelen kan şekerim düştü, tansiyonum düştü.” Turgut Bey Ecevit Hancıoğlunun konuşmasına müsaade etmeden hiçbir şey olmamış gibi hayıflanmaya başladı.
“Ah be kızım! Zaten çok çalıştığın yetmiyormuş gibi birde gittim sana tonla iş yükledim. Yeni yılda sana süresiz izin veriyorum. İki haftadan önce dönersen şirketin kapısından içeri aldırmam bilmiş ol.” itiraz etmek için dudaklarımı araladığımda elini kaldırıp bahanelerimi savuşturdu.
“İtiraz falan yok. Bunca yıldır kullanmadığın yıllık izinlere sayarsın. Hadi hadi, şimdiden başladı. Gidip önce güzel bir yemek yiyelim sonrada evli evine köylü köyüne gitsin hadi.” Ecevit Beyi kolundan tuttuğu gibi beraberinde çekiştirdiğinde geride kalanlara da talimat vermekten geri durmadı.
“Torunum sende Demir dayını tut elimden getir” demesiyle birlikte Umut kucağımdan fırlayıp on yıllık dostuymuş gibi Demir Karamanı elinden tutup beraberinde Turgut Bey ve Ecevit Beyin peşinden sürükledi.
Birkaç dakika sessizliği paylaşıp ikimizde tek kelime etmedik. En nihayetinde Zeyd birkaç adımda önüme geçip elini uzattı. “Hadi.” dediğinde uzattığı elini tutup ayağa kalktım ve şirketten çıkıp arabalara yerleşene kadar elini bırakmadım.
Bir ihtimal kafamın içinde dönüp duruyor, beynimi kemiriyordu.
Benim sessizliğim kafamda kurduklarımaydı ama o neden bu kadar sessizdi? Rahmimde bir bebek can bulsa bunu kabul etmeyecek miydi? Eğer böyle bir ihtimal varsa onu aldırabilir miydim?
Yapma Nazlı. Böyle mucizevi bir varoluşu aldırabilecek kadar güçlü olsaydın sencede toy bir kız çocuğuyken bunu yapmaz mıydın?
Cevabı basitti. Bunu hiçbir zaman yapmayacaktım ama ben Umuttan sonra bir bebek doğurabilecek kadar cesur muydum?
Gözüme ilişen eczaneyle geriye çekilip ona bakmadan durmasını istedim. “İki dakika bekleyebilir misin?”
“Ne oldu?” gerçekten merak ettiği bir soruyu sorar gibi dalgın ve meraklıydı.
Cevap vermeden çantamı alıp aşağıya indim ve neredeyse boş olan eczanede görevliye doğru yürüdüm. “Gebelik testi alabilir miyim?” başını sallayarak robotik bir tavırla testi uzatıp ücreti söyledi. Dudaklarımdan bir teşekkür mırıldanıp poşeti aldım ve arabadaki yerime yerleştim.
Gözleri kucağımdaki poşete kaydı ve kaşlarını çatarak anlamaya çalışır gibi baktı.
“Test.” dedim. Sesim içime kaçmış gibiydi. Kendim konuşmamış olsaydım eğer muhtemelen duymazdım ama o duyduğunu belli edercesine “Ne testi?” diye sordu. Başımı kaldırıp ciddi olup olmadığını sorgularcasına gözlerine baktığımda başını bir eli direksiyonda diğeri dizinin üzerinden bedenini bana çevirip baktığını gördüm.
Gerçekten çok ciddiydi. Anlaması için gözlerine baktım ama anlamadığını farkettiğimde başımı çevirip sertçe yutkundum. “Gebelik.” bir, iki üç dört, beş...
Cevabın gelmeyeceğini anladığım da terleyen avuç içlerimdeki testi kucağıma bırakıp yönümü ona döndüm. Şaşkınlığı resme dökülse ders kitaplarında yer edinebilirdi.
“Mümkün değil.” dedi. Şaşkınlığını üzerinden atmış çok kısa bir an elimdeki teste bakıp önüne dönmüştü.
“O gece” devamını getiremedim ama neyden bahsettiğimi niçin bahsettiğimi biliyordu. “Mümkün değil diyorum Nazlı. Bu kadar gerilmene gerek yok.” o kadar emin konuşuyordu ki elimdeki poşeti alıp yüzüne fırlatmamak için kendimi zor tuttum.
“Meryem değilim ben hani unuttuysan hatırlatayım. Kendi kendime hamile kalmak gibi mucizelerim yok. Üstelik istemiyorsan istemiyorum dersin konu kapanır. Bu, ihtimalini bile reddetme çabalarına bir son ver çünkü hiçbir zaman kabul etmeyeceğin bir çocuğu sana zorla sahiplendirmeyeceğim.”
Çalışan arabayı ilerletmek yerine dönüp bana baktı. “Kafanda kurup kurup beni kendine karşı doldurmayada sen bir son ver çünkü öyle bir şey asla olmayacak. Eğer benim çocuğumu taşıyorsan benim çocuğumdur bitmiştir.” alaylı bir gülme sesini dudaklarımdan koyverdiğimde yönümü ona döndüm.
“Eğer senin çocuğunsa? Ben zaten önüne gelenle yatıp kalkan bir kadınım ya tabii sende haklısın. Belki Arden bile senin çocuğun değildir. DNA testi yaptırmak ister misin?” öfkem bedenime ağır gelirken kendimi zor zaptediyordum.
Reglimde yaklaşmıştı ama olmamıştım da henüz.
“Hay ben sana laf anlatmaya çalışan dilime! Bunu mu söyledim ben şimdi kızım? Ne saçmalıyorsun?” ellerini saçlarından geçirip yüzünü bana döndü.
“Ben saçmalıyorum öyle mi?” elimdeki test poşetini alıp torpidoya doğru fırlattım. “İki hafta önce sabaha kadar benimle sevişen, içime akan sen değil miydin!?” sabır çekti.
Arabayı harekete geçirip gaza bastığında kafayı yemek üzereydim. “Cevap versene!”
“Nazlı bağırma!” yönümü önüme dönüp gözlerimi kapattım ama sakinleşmem mümkün değildi.
“Durdur arabayı.” kriz geçirmeme ramak kalmıştı ve benim derhal burayı terk etmem gerekiyordu.
“Ne?” bu bir sorudan çok daha fazlası sorguydu. Ne saçmaladığımı sorguluyordu muhtemelen ama sorun değildi. İstediğini sorgulayabilirdi çünkü şuan itibariyle sikimde bile değildi.
“Durdur arabayı yoksa atlarım aşağıya.”
Duyduğum kilit sesiyle elimle kapının camına vurdum, kapıyı açmak için zorladım ama hiçbir tepki vermedi ama camı açıp ayağa kalkmaya çalıştığımda kulağımın zarını patlatmaya yemin etmiş gibi bağırdı.
“Senin inadını sikeyim!” araba durdu kilitler açıldı ve ben vızır vızır geçen arabaların olduğu yolda tüm soğuğa rağmen koşar adım yürüdüm. Belkide sadece yürümeye çalıştım çünkü Zeyd beni kolumdan tuttuğu gibi kendine çevirmiş rüzgarın önüne geçip bedenini bedenime siper etmişti.
“Ne yapıyorsun kızım sen manyak mısın!?” çatık kaşlarım düzelmezken ve öfkem her geçen saniye rüzgarın şiddetiyle eş zamanlı olarak çoğalırken elimle göğsüne vurdum.
“Siktir git ne halin varsa gör! Oğlumu da şu saatten sonra nah görürsün sen!” öfkeli olduğum kadar da ağlamak istiyordum çünkü resmen çocuğun babasının kendisi olup olmayacağını sormuştu.
“Saçma sapan konuşma gel arabaya konuşalım. Üşüyorsun, sağlıklı düşünemiyorsun.” elimi tutmaya çalışan elini savurup göğsünden itekledim.
“İstemiyorum! Anlamıyor musun ya istemiyorum! Eğer bebek sendense de merak etme ne Umut'u ne çocuğumu bir daha siddin sene göremeyeceksin”
Gözlerimden akan yaşları, yüzüme vuran soğuğun dondurucu hissinden ağladığımda dudaklarım da eş zamanlı titreyip daha çok yaş akıtmama sebep oldu. Kaşları çatıldı. Parmakları yüzümde dolanıp yaşları silmeye çalıştığında kendimi geriye çekmek istedim ama müsade etmeden sıkıca sarılıp bedenimi göğsüne hapsetti.
“Bırak beni!” elleri saçlarıma çıkıp başımı göğsünde sabitledi.
“şşht. Aklından geçenleri unut. Demek istediğim kesinlikle anladığın şey değildi.” ben ne kadar sesli ağlıyor, bağırıyorsam o, o kadar sessiz ve sakindi.
“Bırak istemiyorum.” dedim bir çare.
“Sakinleşmeden bırakmayacağım.” çıplak bacaklarım buz kesmişti.
“Üşüyorum.” dedim bıraksın da gideyim der gibi.
“Tamam bana bak.” başımı ellerinin arasına alıp hafifçe eğildi ve yüzlerimizi hizaladı. Kendimi geriye çekmeye çalıştığımda baskısını arttırdı. “Rahat dur güzelim.”
Güzelim.
Bir kelime bu kadar etkili olabilir miydi? Kalbimi infilak edebilir miydi? Söyleyen miydi söylenen miydi?
“Bunu sana bir kez söyleyeceğim ve ondan sonra konu tamamen kapanacak tamam mı?” onaylamamı bekler gibi bana baktığında başımı aşağı yukarı salladım.
“Ben senden sonra bir kaza geçirdim. Yaklaşık 4 yıl önceydi. Kasıklarıma büyük bir şarapnel parçası saplandı ve kalıcı bir hasar bıraktı. Benim bundan sonra çocuğum olmayacak Nazlı. Duydun mu beni? Benim Arden Umuttan başka çocuğum olmayacak. Ona neden Umut dedin bilmiyorum ama o sadece senin değil benim de umudum. Bizim, şimdi ya da sonra bir daha çocuğumuz olmayacak. İster miydin bilmiyorum ama sana bir daha çocuk veremeyeceğim. Bu yüzden bu ihtimali düşünmek aklımın ucundan bile geçmedi. Ne senin kafanda kurdukların ne de benim bir çocuğumun olması... Beni anlıyor musun?” sözleri kalbime bir bıçak gibi saplandığında gözlerimin acıyla yandığını ve görüşümün bulanıklaştığını hissettim. Boşlukta sallanan ellerim ensesine tutundu ve dudaklarım ait olduğu dudaklara dokunup zehrini paylaştı.
Umut sadece benim umudum değildi.
Arden Umut öyle bir anda gelmişti ki hem benim yalnızlığımı paylaşmış hem de bir daha çocuğu olmayacak bir adamdan geriye kalan bir cana ortak olmuştu. Arden Umut Hancıoğlu... Zeyd Hancıoğlu ve Aden Nazlı Keskin'in umuduydu.
O çocuk bizim umudumuz, oğlumuzdu.
BÖLÜM SONU!
ALLAHİMMMM SANA GELİYORUMM!
BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ ÇABUK GELİNNN!
Sizinle sohbet etmeyi aşırı özledimm. Konuşmamız gereken çok konu var ahahah
Böylece bir çocukları olmayacağını kesinleştirmiş bulundukk.
Turgut, Ecevit ikilisini çok daha bol bol göreceksiniz.
Demirciğimle Umut'u da bir arada arada oldukça sık göreceksiniz hatta ve hatta Demirden aşırı bir best uncle vibe'ı alıyorum haberiniz olsun ahahah
Ayol neyse o değilde YKS de ne yaptınız? Türkçe sorularında bir ara uyuyakalmışım ama hallettim ahahah
Kitap, kalem yüzü görmek istemiyorum artık öyle ki birisi sınav dediğinde kusmak istiyorum. Uzun süreli bir depresyona girip battaniyemin altından çıkmamayı düşünüyorum hatta 1 aydan fazladır bölüm atmamama rağmen 4000 kelimeden biraz fazla bir bölümü sabahtan beridir yazıp yazıp siliyorumm.
Burada sohbet edebiliriiz. Ne konuşuruz onu da bilmiyorum ama :)
Kendinize çokça iyi bakın! Sonraki bölümde 2022ye bomba gibi gireceğiz hazır olunnn 😂💃
Hoşça kalın papatyalarım!
Instagram| sunkrman ✨