Merhaba!
Keyifli okumalar diliyorum.
Yarın yeni gölümde görüşmek üzere♥️♥️♥️
BÖLÜM 50: "YEŞİL"
"Bu bir yıkımdı, bu bir sondu. Ve onlar bu sona el ele yürüyerek bir yıkım getirmeye karar verenlerdi."
Kadının zarif ancak etkili dokunuşları omuzlarında gezinirken sessizliğini koruyordu. İçinde olduğu görkemli odanın şöminesi yanıyordu. Odunların minik çıtırtısı sessizliğin krallığına karşı harcanan küçük piyonlar gibi savaşıyordu. Odanın ışıkları gür değildi, ışıktan zaten hoşlanmadığından loş ortamlar her daim tercihiydi.
Önünde uzanan on iki kişilik yemek masasında yemek yiyen tek kişiydi ve tabağının sadece yarısını yedikten sonra keyifsizce devam etmedi. Burada, Roma'nın büyük ormanlarındaki topraklarında, sözde düzeni sağlamak için atanmışken canını sıkan çok şey vardı. Vera'dan uzak kalmak ona verilecek en büyük cezaydı ve bu cezayı neden aldığını bile bilmiyordu.
Kadının elleri biraz daha aşağı kayarak yeşil gömleğinin üzerindeki göğüs kaslarını okşarcasına, cesurca dolandı ve yeniden omuzlarına, ağrıyan ensesine çıktı. Ensesindeki köklü ağrı son derece rahatsız ediciydi ki teklif uşaklardan birisinden geldi, masaj yapmak istemişti. Büyü yapmaya çalışarak ağrıyı yok etmek isterken daha da arttıran vezir, itiraz etmemişti ancak kadın belli ki durumu biraz yanlış anlıyordu. Hatta oldukça yanlış anlıyordu.
"Bu kadarı yeterli," dedi kadehine uzandığında. Burada pek oynadığı adamın üzerine düşmüyordu. Çok kişi yoktu ki olanlar da zaten ondan korkuyordu. Roma, her ne kadar kafa dinlemek ve zihnini rahatlatmak için çok iyi bir yer olsa da lanet olası moruk kral onu buraya tam iki yıllığına atmıştı. Her gününe lanet edeceği iki yıl!
"Başka bir şeye ihtiyacınız var mı efendim?" dedi kadın cilveli bir şekilde ellerini onun sırtına dolaştırırken.
"Yok." Sesi su götürmez bir netlik taşıyordu. "Çıkabilirsin." Kadın geri çekilerek onun önüne dolandı ve eğilerek ki üzerindeki V yakalı kazağın cömert dekoltesini sergileyerek, onu selamladı arkasını dönerek salondan çıktı. Edis gözlerini devirerek önüne döndü ve kimsenin olmadığı odada yanağını yumruğuna yaslayarak kadehine baktı.
Bugün yılbaşıydı.
Kim bilir krallıkta ya da karşı krallıkta ne eğlenceler dönüyordu. O burada yalnız pek de eğlenceli olduğu söylenemezdi. Kral ondan bunu neden istemiş olabilirdi ki? Ona ne istediyse vermişti, üstelik artık o kadar yaşlıydı ki Edis'in oynadığı en küçük, basit oyunları bile fark edemiyordu. Belki de, diye düşündü. Tufan bunu istemişti. Babasının düşüncelerini yönlendirmekte ustaydı.
Sıkıntıyla iş geçirdi.
Yılanlar Krallığı'ndan büyük eğlenceler düzenlenirdi bugünlerde. Üç gün sürerdi yeni yıl kutlamaları ve halk doyumsuz bir eğlencenin içinde bulurdu kendini. Bildiği kadarıyla Savaşçılar da şenlikler, eğlenceler, ödüllü dövüşler düzenlenirdi. Bu şenlikler herkese açık olurdu, melezlere özellikle de.
Buraya geldiğinden beri hiç oje kullanmadığını işaret parmağını bardağın ağzında dolaştırırken fark etti. Ojeyi zaten sevmiyordu ama oynadığı rolün renkleri buydu. Sağa sola akan, o konudan bir diğerine atlayan düşünceleri sonunda saplanacak en can olucu noktayı buldular.
Kayra.
Şenlik düşüncesi hemen onun adını çağrıştırmıştı. Hoş, son zamanlarda onun adını çağrıştırmayan bir şey yoktu. Güz Şenlikleri düzenleniyordu, Kayra sarhoş ve mutsuzdu. Evet, ilk öpüşmeleri böyle olmuştu. Onun tadını aldığı, öpücüğüyle büyülendiği o günü her bir zerresiyle hatırlıyordu. Kayra... Bu isim kadehi başına dikmesi için yeterli olmuştu.
Sonraki günlerde, Naga'nın onunla dalga geçmesine neden olacak kadar çok düşünmüştü o öpüşmeyi. Bir anlamı olmadığı konusunda kendini ikna etmek o kadar da kolay değildi ki zaten edememişti de. Kendi için yeni bir kadeh doldururken zihni başka bir güne kaydı. O minik, küçük kızı gördüğü güne. Sahra'yı.
Sahra'yı da her şeyiyle hatırlıyordu.
İlk defa, gerçekten ilk defa ona parlayan gözlerle bakan tek kişiydi o. Daha önce kimse ona gerçekten hayran olmamıştı ama o küçük kız öyle değildi. Ne kadar da sevimli, diye düşünmeden edemedi. Parlak gözleri, keskin zekâsı ve sevimli küstahlığı ile; daha doğrusu her şeyiyle Kayra'nın kızıydı. Onu bir dahaki görüşünde çok daha büyümüş olacağını biliyordu çünkü melezler iki soya göre çok daha hızlı vücut gelişimlerini tamamlarlardı.
Kafası karışık halde şarap şişesiyle kadehi alarak ayağa kalktı ve kendi odasına doğru yol aldı. Önce karamsar, taştan sarayın her yanı gibi koyu taşlarla inşa edilmiş koridora çıktı. Ardında da sonu görünmüyormuş gibi görünen koridorun sonundaki merdivenleri tırmandı. Anlam vermesi biraz zordu, kralın onu neden merkezden bu kadar uzak tuttuğunu anlamıyordu.
O vezirdi! Nasıl böyle bir saçmalık olabilirdi?
Kaşları çatılırken odasına girdi ve kapıyı hiç de kibar olmayacak şekilde kapattı. Yatağın sağ yanına kıvrılmış Naga hiç ses etmeden uyumaya devam ederken kelimenin tam anlamıyla kızı gibi gördüğü yılana baktı ve onun rahatının yerinde olduğundan emin olduktan sonra odanın terasına çıktı. Kendini koltuğa bıraktıktan sonra ayakkabılarını çıkarttı ve iyice yayılarak zihninin zamandaki yolculuğuna boyun eğdi.
Naga ile tanışmaları biraz ilginçti. Edis küçük bir oğlan çocuğuyken ve en azılı suçlularla dolu bir zindanda hayatta kalmaya çalıştığı günlerdi. Kendisi bilmiyordu lakin annesi onu doğurduğunda yedi aylıktı ve bu yüzden gelişimi sorunlu olmuştu, yaşıtlarını çok ama çok geriden takip ediyordu. Hatta ondan büyük olmasına rağmen kralın ilk oğlu Alpay bile ondan beş yaş büyük duruyordu. Ve o küçük veledin tek eğlencesi zindandaki ilginç, küçük çocukla uğraşmaktı.
Kendi adını bile bilmeyen Edis zindanın en köşesine kıvrılmış uyuklarken demir parmaklıkların altından süzülen o parlak deriyi görmüş, sürünüşünün ritmini hemen işitmişti. Naga da o zamanlar pek büyük sayılmazdı ve daha saldırgan olması için aç bırakılan, adını da aldığı Naga türünden bir yılandı. Her deneyle, sırtına saplanan her iğne ile baş ettiğini duyduğu bu küçük mahkûm ile oynamakta ısrarcı olan ilk veliaht ona bir yılan göndermişti. Bakalım saldırgan bir Naga ile de başa çıkabilecek miydi?
Ancak bu küçük oğlan ilk defa bir yılan görmenin heyecanı içinde hızla ona atılıp kaldırdığı boynunu tuttuğu gibi tıslayan yılanın başını yüzüne yaklaştırmıştı. Elbette Naga böylesine bir çeviklik ve korkusuzluk beklemiyordu. Aslında buraya gelmek istememiş olsa da Alpay'ın itaatkârıydı ve ne derse yapmak zorundaydı.
"Uslu dur bakalım," demişti Edis ona bakarken. "Ne kadar da güzelsin." Güzel sözcüğü Naga için duraksama noktası olmuştu ki Edis, onunla baş edemediği kavgalarda hala bu sözcüğü kullanarak onu gafil avlıyor, kavgadan sonra da onunla dalga geçiyordu. Bu anı onu gülümsetirken kadehini yudumladı, Naga orada onu öldürmek istese bunu yapardı. Edis biliyordu. Naga onu öldürmek istememişti. "Sen bir yılansın, değil mi? Senden bahsetmişlerdi buradakiler, yılanlardan yani. Bu kadar ince olduğunuzu bilmiyordum."
Naga ona bir mağarada mı yaşıyorsun, dünyadan haberin yok mu, diyecek kadar küstahtı ancak kendini dizginlemişti. Belli ki bu çocuk bir mağarada olmasa bile bir zindanda yaşıyordu gerçekten de dünyadan haberi yoktu.
"Su içmek ister misin?" Edis onun kafasını kendi su kabına eğdiğinde Naga günlerdir sudan ve yemekten yoksun kaldığından bu teklifi kabul etti ancak karşı koyamayacağını biliyordu. Ona verilen bir emir vardı ve zihni istemese bile bir itaatkâr olduğu için bedeni bunu yerine getirmek için ona karşı savaşacaktı.
"Seni öldürmek için geldim ufaklık," dedi dürüstçe. "Ben seni öldürmeden önce bir yolunu bulsan iyi olur." Edis o yaşında, ellerinde tuttuğu bu yılanın onurlu birisi olduğunu düşündü. Zihnine konuşabilen bu büyüleyici canlı dürüsttü.
"Neden ki? Ben sana hiçbir şey yapmadım," demişti yeşil gözlerini iri iri açarak.
"Alpay öyle istiyor. Ben onun itaatkârıyım." Edis kısa bir an düşündü, bu esnada yılanın boynunu sıkmayı bırakmıştı ki Naga bu jest karşısında ona saldırma işini erteleyerek suyu içmeye odaklandı. Edis itaatkârlar hakkında da çok şey duymuyordu. Ahlaksız ve kötü şeyler de dâhil olmak üzere buradaki büyük adamlar çok şeyden konuşuyordu, ona ise sadece dinlemek kalıyordu.
"Bir itaatkâra, sahibinden daha güçlü birisi emir verirse onun bu emre uyduğunu duymuştum." Kırık, içi pislik ve kanla dolu tırnaklarına bakarken konuşuyordu. Sarı saçları kir içindeydi ve sarılığına dair her telini kaybetmiş gibi görünüyordu. Üstelik üzerindekiler de kan içindeydi ki Naga bir çocuğun kendi kadının bulaştığı kıyafetlerle bir zindana hapsedilmesini çok canice buldu. Bu onun gibi asi soylu bir Naga için bile caniceydi.
"Doğru duymuşsun," dedi Naga suyu içmeyi kestiğinde. Sesi adını bile bilmediği çocuğun zihnindeydi. "Ama bana bu emri kim verecek?"
"Bir keresinde bana eğitim veren hocaya neden beni burada tuttuklarını sormuştum," diye devam etti küçük oğlan. "Daha güçlü olman için demişti. Ben de şu an güçlü olup olmadığımı sormuştum. Bana bu yaşta bile bir itaatkârım olabilecek kadar güçlü olduğumu söylemişti." Hevesli, umutlu gözlerle yılana baktı.
"Bunu yapamazsın çocuk." Naga ona inanmadı. Bunun nedeni aslında karşısındaki oğlanın güçsüz olmasından değil kendisinin çok güçlü bir zihne sahip olmasından kaynaklanıyordu. O Alpay piçi de onu çikolata yerken gafil avlamıştı zaten, yoksa o hayatta Naga'yı kontrol edemezdi.
"Beni öldürmek mi istiyorsun?"
"İstemesem de yapacağım." Kontrol dışı boynu kabardı ve çocukla yüz yüze gelecek kadar yükseldi. Tek bir hamle, boynundaki yılan mührünü saplanacak hızlı bir darba onu öldürmek için yeterli olurdu. Üstelik bu taze ve güçlü kanı içtiğinde kendisi de güçlerdi. Boynunu fırlamaya hazır bir ok gibi geriye doğru gerdiğinde Edis'in gözleri fal taşı gibi açıldı ve korkuyla ellerini kaldırarak bağırdı.
"Dur!" Ölmek istemiyordu. Ölmekten çok korkuyordu. Ustası bir gün bu karanlığın biteceğini söylemişti. Dışarıda güneş adında parlak bir top vardı ve gökte asılıydı, iyi bir çocuk olursa usta o parlak topu göstermeye söz vermişti. Onu görmek istiyordu. Üstelik bu yılan gibi birçok farklı hayvan vardı. Hem başka çocuklar da yaşıyordu, dünya hep böyle kocaman adamlarla dolu değildi. Onları görmek istiyordu.
Korkuyla kaldırdığını ellerini yüzünden indirdiğinde olduğu yerde donakalan yılanı gördü. Zerre kadar kıpırdamadan ona bakıyordu. Bu konuşmak için bir fırsat olarak gördü ve hızla ekledi. "Beni öldürme," dedi ancak sesi yalvarır gibi değildi. Aksine netti, güçlüydü. Hepsinden öte isyan eder gibiydi. "Ben sana bir şey yapmadım, o bahsettiğin kişiye de yapmadım." Bu oturduğu zindandan nasıl bir zararı olabilirdi ki? "Geri çekil." Sesinin tonu karşısındaki yılanı ikna etmiş olacak ki yılan geri çekildi, dahası korkmuş gibi karşı duvarın köşesine kıvrıldı.
"Kimsin sen?" derken sesi son derece huzursuzdu. "Kimsin de bana böyle sözünü geçirebiliyorsun?"
"Adımı bilmiyorum," diye mırıldanırken utanç içindeydi ama karanlık gözlerinki utancı sakladı.
"Sen büyük biri olmalısın." Yılan artık yeni efendisi olan, birkaç kelimesiyle Alpay'ın emirlerini kırarak üzerinde hak sağlayan çocuğa baktı. Bu yaşta böylesine bir güç inanılır gibi değildi.
"Bilmiyorum, aslında sadece çocuğum." Bu cevap Naga'yı güldürse de karşılık vermedi. Sadece bir çocuk olmadığını biliyordu.
Düşünceler zihninden gürüldeyen bir su gibi akıp giderken anılardan çıkıp yeniden kül rengi göğü ve düşen zarif kar tanelerini görmeye başladı. Yılbaşında başka bir yerde olmak isterdi. Bu kar taneleri zarifçe süzülürken o kulübede ya da daha güzel bir yerde Kayra ile sevişmek isterdi. Ama şimdi ise ondan çok ama çok uzaktaydı ve önünde de neredeyse iki yıl vardı. Bu da demek oluyordu ki iki yıl başını daha tek başına geçirecekti.
Kaşları sıkıntıyla çatıldığında çalan telefonu dikkatini dağıtan tek şey oldu. Telefonu açıp kulağını yasladığında karşıdaki kadının -kendisi Edis'in özel olarak eğittiği askerlerden birisiydi- saygılı tonlaması duyuldu. "İstediğinizi yaptım efendim. Söylediğiniz hanımefendinin odasına bıraktım kutuyu. Başka bir isteğiniz var mı?"
"Yok," dedi Edis gülümserken. "Teşekkürler."
"İyi geceler efendim." Edis telefonu indirdiğinde keyfi artık yerindeydi. Yılbaşında farklı yerlerde olsalar bile ona hediye vermeyecek diye bir şey yoktu ya. Kayra için muhteşem bir hediye seçtiğine inanıyordu ama asıl merak ettiği şey Kayra'nın sevip sevmeyeceğiydi. İçinden bir ses çok seveceğini düşünüyordu.
Kayra yorgun argın sarayda ona tesis edilen, eskiden Ceyda'nın kaldığı odaya girdiğinde dağa taşa küfredecek kadar huysuzdu. Herkes eğlencedeydi, yılbaşını en gösterişli şekilde kutlanıyordu. Yanlış görmediyse kutlamaya katılmayan iki kişi vardı: Duman ve kendisi.
Duman, aklı fikri Gece'de olduğundan biraz içtikten sonra dinlenmek için odasına çıkmıştı. Ceyda da eğitimiyle ilgilendiği bütün askerlerin dağılmasının ardından kendini eğlencede bulmuş, birkaç kadeh yuvarladıktan sonra odasına çekilmeye karar vermişti.
Kapıyı arkasından çekip montunu çıkartırken omuzları sızlandı. Ensesindeki mühür açılalı çok olmadığından ağrısı omuzlarına ve kürek kaslarına vuruyordu. Özellikle de bu çalışmalar yoğunlaştığından beri ağrılar artmıştı, tempoya alışması biraz daha zaman alacak gibi görünüyordu. Montunu kenardaki kanepeye atarken yatağın tam ortasındaki kutuyu fark etti.
Siyah, yeşil kurdeleli bir kutuydu.
Odasına birisi girmişti.
Temkinli adımlarla yatağa yaklaşıp oturdu ve kutuyu dizlerinin üzerine çekti. Yeşil kurdeleyi çekerken merak içinde kol geziyordu. Birisi odasına girip ona yılbaşı hediyesi mi bırakmıştı? Şu an ihtiyacı olan son şey yeniden askeriyenin bu kadar için yer alırken bir sapığın ya da fanın dayanmasıydı kapısına?
Kutunun kapağını kaldırdığında gördüğü yeşil takım karşısında kaşları kalktı. Bu yeşil, oldukça seksi ve tangalı bir iç çamaşırı takımıydı. Birisi odasına kadar girmekle kalmayıp bu oldukça müstehcen takımı onun yatağına bırakmıştı. Sutyeni tutup kaldırdığında markası ortaya çıktı. Pek bu tip marka olaylarından anlamasa da bu markayı biliyordu ki her kimse ona hediye veren baya bir para bayılmıştı.
Diğer parçaları, evet, kelimelerin tam anlamıyla kumaş parçalarını da çıkarttığında alttan siyah bir zarf çıktı. Hemen zarfı alıp açtı ve içindeki yeşil kağıt üzerine altın renkle yazılmış kelimeleri okudu.
Yeşil yakışır diye düşündüm, seksi şey.
Mutlu yıllar.
Yazıyı okuduğu an dudakları büyük bir gülümseme ile aydınlandı ve ardından küçük bir kıkırtı bunu takip etti. Tabii ki de onun odasına kadar girip, böylesine bir hediye bıraktıracak tek kişiydi. Nasıl anlamamıştı ki? Bu kadar cüretkar ve küstah olan başka birisini hayatı boyunca tanımlamıştı.
Gülerek ayağa kalktı ve üzerindekileri soyunmaya başladı. Başka bir durumda bunu asla yapmazdı ama söz konusu Edis olduğunda ne zaman o hep kurallı ve kararlı olan Kayra oluyordu ki? Asla.
İç çamaşırlarına kadar soyunduğunda hemen dikişsiz, dantel külotu giydi. Bu çok utanç verici bir şeydi. Hayatı boyunca hiç böyle şeyler giymemişti, rahatsızlardı ve kaşındırıyorlardı. Spor yapmak, çalışmak, dahası savaşmak için hiç de uygun değillerdi. Yanakları kızarırken tangayı da giydi, bir yandan gülüyor diğer yandan da utanarak çamaşırları giyiyordu.
Son olarak sutyenini de giydi. Sutyen tam ona göreydi, tam oturmuştu. Geometrik şekiller oluşturacak şekilde bağlanmış sutyenin birçok yerinden bağlı iplerle küçük çaplı bir savaş vermiş olsa da sonunda giydiğinde çok hoş görünmüştü. Sarı saçlarını açarak hizaya soktu ve aynanın karşısına geçti.
Kesinlikle daha önce görmediği bir kadın olmakla birlikte daha önce olmadığı kadar da seksi görünüyordu. Kendi kendine kıkırdayarak sırt üstü yatağa attığı kendini ve telefonu aldı. Madem Edis oyun oynamak istiyordu, o zaman ona ayak uydurmak eğlenceli olacaktı. Telefonun selfie kamerasını açarak yukarı doğru kaldırdı ve bütün bedeni kadraja sığacak şekilde tuttu. Bir bacağını uzatmış, diğerlerini ise kendine doğru çekmişti.
Yüzünün alt yarısı dahil olmak üzere gülümsediği birkaç fotoğraf çekti. Edis ile daha önce konuşmamışlardı ama seviştikleri o gece birbirilerinin numaralarını almışlardı. Bu yüzden çektiği fotoğraflardan bir ikisini de ona yollamayı ihmal etmedi. Bu yaptığı şeye karşı kendisi bile şaşkındı ama bazen ipleri elden bırakmak gerekiyordu, özellikle de söz konusu bu hain adam olduğunda.
Edis ekranına düşen bildirimle birlikte bakışlarını telefonuna çevirdi ve gelen mesaja tıkladı. Görmeyi beklediği görüntü kesinlikle bu değildi. Önce gürültüyle yutkundu, ardında da sağlam bir küfür savurdu. Güzel olacağını tahmin etmişti ama kahretsin, bu kadar mükemmel olacağını hayal bile edemezdi. Mermer gibi beyaz tenine yeşil öylesine hoş durmuştu ki...
Hemen arama tuşuna basarak telefonu kulağına yasladı, bu gece en azından onunla konuşarak kendini ödüllendirebilirdi. Kayra uzandığı yatakta tavanı izlerken gelen aramanın kimden olduğunu daha bakmadan biliyordu. Gülümseyerek parmağını ekranın üzerinde kaydırdı ve aramayı cevapladı. "İyi akşamlar vezir."
"Bu kadar acımasız olduğunuzu bilmiyordum," dedi Edis kadehine bakarken. Yüzünde, kimin görse şaşıracağı sevimli bir gülümseme vardı. Onu özlemişti, Kayra'yı haftada ya da ayda bir de olsa onu görmeyi özlemişti. Atışmak, ona sataşmak, onu sinirlendirmek güzeldi.
"Ben ne yaptım ki?" dedi Kayra, birlikte geçirdikleri ve ölümsüz sözler verdikleri o geceyi anımsamıştı. Tenini, gülüşünü, öpüşlerini... "Sadece savunma yapıyordum. Saldırıyı siz yaptınız."
"Çok yakışmış," dedi Edis içten bir şekilde. "Bunu yanımda giyersen yaşlı dedeler gibi kalp krizi geçirebilirim." Kayra'nın kıkırtısı vezirin göğsünde bir ağırlık gibi çöktü. Kayra hayatında o kadar beklenmedikti ki bazen bunun korkunç bir şey mi olduğunu yoksa bir lütuf mu olduğu konusunda karar veremiyordu.
"Tamam, senin için sporcu sutyenlerimden giymeye devam edeceğim."
"Küçük Edis bundan pek hoşlanmadı."
"Ahlaksız!" dedi Kayra gülmemek için kendini sıkarken. Edis güldü, belki de kendine dair en özgür ve rahat hissettiği anlar güldüğü anlardı. Rol yapmadığı anlar...
Aralarında gülüşmelerinden sonra kısa bir sessizlik olduğunda Kayra soru sormak için biraz bekledi ama çok da dayanamadı. "Ne zaman geliyorsun?"
"Gideli ne kadar oldu ki daha?" derken sesinin umutsuz çıktığının farkında değildi.
"Yaklaşık üç ay galiba," dedi Kayra ama aslında iki ay, üç hafta, üç gün olduğunu biliyordu. Bilmiyormuş gibi davrandı, onu çok özlüyorsa bile çaktırmamak konusunda son derece dirençliydi.
"O zaman gelmeme yirmi bir ay kalmış." Alaylı tonlamasına rağmen sözlerinin gerçek olması ikisinin de canını sıkıyordu. Sonunda birbirilerini bulmuşlarken araya bu kadar zaman ve yol girmesi gerçekten sinir bozucuydu.
"Arada bir gelmeyecek misin?"
"Hayır." Kaşları huzursuzlukla çatıldığında uzanıp kadehi başını dikti.
"Oraya sürgün edildiğini bilmiyordum," dedi Kayra doğruluğunda. Gerçekten de buraya gelmesinin, birkaç günlüğüne dahi gelecek olmamasının kulağına tuhaf geldiğinin kimse farkında değil miydi? Edis de farkında olmalıydı.
"Sanırım Kral Agâh'ın damarına bastım." Kendine bile ilk defa itiraf ettiği bu gerçeğe Kayra'nın şahit olması onun da beklemediği bir şeydi. Yine de kendini durdurmadı, konuştukça zihni çalışıyor ve sebepleri çözüyordu. "Küçük veliaht benim sorumluluğumdaydı ama pek de işler kralın istediği gibi gitmedi."
Kayra onu dikkatle dinledi, Edis ona ilk defa sıkıntılarından bahsederken odaklanmıştı. Onlar birlikte yürümeye karar vermişlerdi, nasıl olacağını bilmeseler bile kararlılardı ve üstesinden geleceklerdi. "Nasıl senin sorumluluğundaydı? Kaç yaşında ki?"
"Yüzlerinin başında."
"O kadar büyük birisinin sorumluluğunun sende olması sence saçma değil mi?" Kayra ayağa kalkıp rahat bir şeyler almak için dolabına yöneldi. Odanın bütün ışıkları yanmıyordu ama sarı gece lambası yeterli ışığı sağlıyordu, özellikle de onun hassas duyuları için kesinlikle yeterli bir ışıktı.
"Dora uslanmaz bir çocuk," dedi Edis kadehine biraz daha votka doldururken. "Ve babasının aksine daha fazla saklanması gerektiğini düşünmüyordu. Kral bana açıkça onu açığa çıkartmamam için emir vermişti, onu saklı tutmalı ve sizin soyunuzdan saklamalıydım ama yapamadım."
"Benimle konuştuğu gece," dedi şenlik gecesini anımsarken. "İlk defa mı çıkmıştı? Çok kızmıştın."
"Evet." Başını iki yana salladı. "Tam bir oyunbazdır, herkesi parmağında oynatmaya bayılır." Aslında Dora'nın bu huyunu seviyordu. Dora, kimseye benzemediği kadar çok benziyordu Edis'e. Bu yüzden Edis bir gün bu devleti sarsmanın zamanı geldiğinde onu kesinlikle yanına çekecekti. Ve emindi ki Dora onunla birlikte savaşacaktı.
"Verilen emre rağmen hem bir veliaht olduğu öğrenildi hem de veliahdın melez olduğu." Başını iki yana salladı. Veliahdın melez olduğunun öğrenilmesi berbat olmuştu çünkü bundan Dora bile hoşlanmamıştı. Öte yandan babasının deyimiyle o küçük canavar kendisine melez denilmesinden nefret ediyordu.
"Ve bu yüzden sürüldün, öyle mi? Bu haksızlık. Çok istiyorsa şımarık piçine kendi baksın. Hani çok güçlü ya." Edis onun aksi bir tonda çıkışmasıyla güldü ve gülerken kendi kendine mırıldandı.
"Dora bunu duysaydı alınırdı."
Kayra çıkarttığı kıyafetleri yatağa attı ama Edis'in kendi kendine mırıldanmasını çoktan duymuştu. "Daha ağır küfürler etmemi istemiyorsa uslu dursun." Ardından duraksadı ve aklına gelen fikirle birlikte atıldı. "Sahi, bizi tanıştırsana."
Edis duraksadı. "Onunla tanışmak mı istiyorsun?"
"Neden olmasın?"
"Ne bileyim, sen Yılanlardan hiç hoşlanmazsın."
"Fena hoşlandığım bir Yılan var aslında." Birden ağzından kaçan cümle karşısında kendisiyle birlikte Edis de şok olurken ikisi de kelimelerden yoksun kaldılar. Edis onu ürkütmek istemedi, Kayra da ne diyeceğini bilemedi ve hemen konuyu değiştirdi. "Yani erken gelmen mümkün değil, öyle mi?"
"Eee... Şey..." Edis saçlarını kaşırken bocaladı. "Evet, yani hayır." Kayra ondan fena hoşlanıyordu, Kayra, en iyisi kadın Savaşçı Kayra... "Ayarlamaya çalışacağım, zaten bir süre sonra Tufan dayanamaz çağırır beni ama en kötü ihtimalle iki yıl."
"Anladım." Kayra gözlerini kendi aksinden bile kaçırarak mırıldandı. "Peki. O zaman kendine dikkat et, görüşürüz."
"Görüşürüz vahşi şey."
Kayra gülümsedi ve usulca telefonu kulağından indirdi. Üzerini giyinmek ve değişik çamaşırları çıkartıp özenle saklamak üzere harekete geçtiğinde yanakları itirafın etkisiyle hala kırmızıydı.
Edis elindeki kadehi fondip yapıp ayaklandı ve bardakla içki şişesini terasta bırakarak odasına girdi. Naga hala uyumaktaydı ama Edis'in uykusu kaçmıştı, özellikle de Kayra'nın sözlerinden sonra. Kayra birbirilerine karşı hoşlantıdan çok daha fazla şeyler hissettiklerini biliyordu ama bunu dillendirmek başkaydı. Sanki söylerlerse bu hiç daha da büyütüp onları yutacaktı.
Derin bir nefes alarak kendine geldi ve üzerini çıkartmaya başladı. Biraz dinlense iyi olacaktı çünkü yarın işler de hayat da kaldıkları yerden devam ediyordu. Gömleğini çıkartıp kenara bırakırken odada artık yalnız olmadığını biliyordu, kafasının içinde yalnız değildi artık.
Sahi, diye düşündü Edis. Kim kimin öğrencisiydi? Görünüşte Dora, Edis'in öğrencisiydi ama gerçekte de öyle miydi? Bütün bu olanlar, oyunlar, ölümler ve hileler... İkisinin mi eseriydi yoksa tek zihnin iki krallığa karşı birden oynadığını satranç mıydı?
Dora ile Edis ne zaman tanışmıştı?
Orada, dedi iç sesi. Siz o zindanda tanıştınız.
Yine de tanıştıklarında kaç yaşında olduklarını hatırlamıyordu Edis. "Demek benimle tanışmak istiyor," dedi Dora. Sesi, Edis'i düşüncelerinden alıp çıkarttı. "Tanıştıracak mısın bizi?"
"Hayır." Pantolonundan da kurtulup dolabına yöneldiğinde aynaya kısa bir bakış attı. Dora bir canavardı, gerçek bir canavar. O canavarın ellerine Kayra'yı bırakamazdı. Gözlerini Dora'nın yansımasından çektiğinde kendi için ipek bir gecelik altı çekmişti. "Ondan uzak dur Dora, canını yakarım."
Dora güldü ama yorumda bulunmadı. Sonra gülümsemesi kıkırtıya, kıkırtısı kahkahaya dönüştü ve gülerek kayboldu. Edis şakağından süzülen teri silerken bunu görmediği için minnettardı. Belki de, diye düşündü Naga'nın yanına yatarken. Dora hiç kurtarılmaması gereken o ejderha yavrusuydu. Kurtarılmış ve artık bir yavru değildi.
Yine de ona baskın gelecek birisi varsa o da Edis'ti. Onu durduramadığı için değil durdurmak istemediği için her şeyin yayılmasına izin vermemiş miydi zaten?
*
İyi günler♡