14

432 26 0
                                    

5

İkinci Mabeyinci Robert Kolej kapısının sırasındaki yalılardan birinde oturur. Ecdadından kalma iki yüz yıllık bir bina. Fakat birçok ilavelere ve tamirlere rağmen hâlâ yerli mimarînin sadeliği, husûsî vakarı, verdiği genişlik hissi bozulmamış. Arkasında, yumuşak yamacın ta tepesine uzanan büyük bir çam ve çınar korusu vardır. Ve korunun bitiminde sırtını yamaca vermiş, ağaçların arasına sokulmuş küçük, beyaz bir şelale vardır.

Birinci kanunun ilk perşembe sabahı Rabia bu yalıya gitti. İçeri girer girmez biraz Selim Paşa'nın konağını hatırladı. Sofaları büyük, merdivenleri çifte, pencereleri şâhâne, ışık içinde bir yalı. Eşyası daha mutena, daha ince bir zevkin eseri. Halıların, avizelerin adedi o kadar çok değil, fakat her eşya gibi onlar da birer şaheser. Sofalardan geçerken ikide birde duvarlarda Lale Devri'ni tasvir eden bir iki tarama resme gözleri daldı kaldı.

Bu yalıda Rabia'ya yepyeni gelen şey açık ocaklardı. İçlerinde yığın yığın odun yanıyor, şöminelerin hepsi renkli mermerden oyulmuş. Taze bir halayık onu karşıladı ve önünde yürüyerek yol gösterdi. Misafir salonuna yaklaşırken içerden oldukça iyi bilen birinin piyano çaldığını duydu. Halayık:

— Arif Bey çalıyor, dedi. Beyefendi'nin yeğeni. Komşu hanımların hiçbiri bizim küçükbeyden kaçmaz. Siz de belki aldırmazsınız.

— Tabiî.

Arkasında yeni lâhûraki siyah yeldirmesi, başında belden aşağı düşen beyaz örtüsü vardı. Her zamanki gibi uzun siyah peçesi arkasına atılmıştı. Pamuklu eldivenleri çantasını sıkı sıkı tutuyor. Bu kıyafetle o, orduların içine girebilir. Taze halayığın açtığı kapıdan her vakitki sükûnu ile salona girdi.

Bu muhteşem yalının hanımı, Mabeyinci'nin süt ninesi İkbal Hanım'dı. İkinci Mabeyinci Satvet Bey hiç evlenmemişti. Bu koca evde süt ninesi ve kendi büyüttüğü, yetiştirdiği yetim yeğeni Arif'le beraber yaşıyordu.

Yeşil gron entarili, kuru ve ufacık bir ihtiyar kadın, genç hafız içeri girer girmez, elindeki dikişi yere bıraktı, oturduğu koltuktan kalktı, kapıya doğru yürüdü. Bu İkbal Hanım'dı. Yüzü bumburuşuk, ağzında bir tek diş yok. Bununla beraber ihtiyar kadının kendine mahsus bir sevimi vardı. Yerden bir temenna etti, siyah gözleri Rabia'ya huşûyla baktı. İçinde uyanan hürmet nedense onda esaret günlerinden kalma bir âdeti ihya etti. Divan durur gibi ellerini göğsünün üstünde kavuşturdu. İhtiyar Çerkes, din kelimesinin mânâsını bilmez, Peygamber'in ismini doğru telaffuz edemez, hattâ namaz surelerini bile ezberleyecek kadar hafızası yoktu. Elli beş senedir İstanbul'da, hâlâ Türkçe'ye dili adamakıllı dönmeyecek kadar çetrefil kalmıştı. Bununla beraber şedit bir taassupla dindardı. İncir çekirdeği kadar dar beyninde karmakarışık duran Peygamber, meleklerden sonra şimdiye kadar âdetâ tapınırcasına hürmet ettiği, süt oğlunun dostu bir Vehbi Dede vardı. Rabia, belki onda daha fazla bir huşû ve hayret uyandırdı. Bu yaşta hafız, başlı başına Mevlid okumaya davet ediliyor!

— Oğlumun kız kardeşinin kızı Behire Hanım, efem, diye pencerenin önündeki koltuktan yavaş yavaş kalkan, daha henüz genç sayılacak bir kadını, Rabia'ya takdim etti. Rabia'nın gözleri camların arkasından coşup akan, kış Boğaziçi'sinin beyaz köpüklü yeşil sularına bir an takıldı kaldı. Sonra hemen kendini topladı, resmî temennasını çaktı. Odadaki üçüncü şahıs da Mabeyinci'nin yeğeni ve Behire Hanım'ın küçük kardeşi Arif'ti. İkbal Hanım onu belki henüz çoluk çocuk sırasında bulduğu için Hafız Hanım'a takdime lüzûm görmedi.

— İnşaallah üşümediniz, efem.

Buruşuk yüzü daha buruşuyor, içi kapkaranlık küçük bir kovuk olan ağzının ince dudakları, büzüldükçe, gözler daha da çok ufalıyor, genç hafızı şömineye doğru götürüyordu. Arif bir sandalye koşturdu. Sarı mermer şöminenin içindeki alevlerin karşısına oturttular. O, sırtını ocağa verdi, salonun ortasındaki küçük havuzda, parmak gibi ince, billûr bir fıskıyenin etrafında tembel tembel yüzüşen kırmızı balıklara tebessüm etti. "Bu genç adam haremde ne geziyor? Başka işi gücü yok mu?" diye düşünüyordu. Hakikat yoktu. Piyano çalmaktan başka bir işi yoktu. Gerçi Nejad Efendi'den sonra İstanbul'da en iyi Türk piyanist, o idi. Fakat mensup olduğu içtimaî sınıf mûsikî ile hayatını kazanmayı ayıp saydığı için işsizliğe mahkûm olmuştu. Belki de biraz tembel olmasından olacak. Herhalde dayısının yanında yaşayıp gidiyordu. Bazân çalışmak için bir arzu hisseder ve derhal Robert Kolej'e talebe yazılırdı. Fakat birkaç aylık hummalı fikri faaliyetten sonra tekrar eski boş hayatına dönerdi.

Sinekli BakkalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin