Kendimi kapıdan dışarı atarak bahçenin dışına adımladım ve önümde duran siyah camla kaplanmış olan arabaya bindim. Kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna oturan adama döndüm ve yaklaşarak yanağına bir buse kondurdum.
"Hoş geldin!" dedi yutkunarak.
"Hoş buldum ve teşekkür ederim."
"Niçin teşekkür ediyorsun?" Anlam vermeye çalışarak sorduğu soru ile ona minnetle baktığımı fark ettim.
"Beni anladığın için..." diye mırıldandım. Eli çenemi tutup hafifçe kaldırdı ve gözlerini gözlerime odakladı.
"Bana teşekkür etme, Günçiçeğim." diye mırıldandı o da ve yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başladı. Olayı anlayan kalbim hızlı bir şekilde atarak göğüs kafesime çarpıyordu. Burnu burnuma değdiğinde gözlerimi kapattım.
Ve... Dudakları dudaklarımın üzerine örtüldü. Hiç birşey yapmadan sadece öyle bekledi ve bir kaç dakika sonra geri çekildi.
"Sence," diye fısıldadı anlı anlıma yaslıyken. "Yaptığımız yanlış mı?"
"Hangi konuda?" diye sordum titreyen sesimle.
"Sen 18 yaşındasın, ben 24. Aramızda yaşlar var, yıllar var. Sen küçüksün ve..." diyerek sustuğunda gözlerimi açtım.
"Ve?" dedim devam etmesi amaçlı ama o hiç birşey söylemedi. "Önemli olan şeyin aramızda olan yaş farkı olduğunu düşünmüyorum. Ben seni seviyorum, Beyazıt. Önemli olan şey bana göre bu." Ardından bir şeyler söylemesine fırsat vermeden dudaklarımızı buluşturdum. Karşılık vermesi saniyeleri bile almamıştı.
Üst dudağımı iki dudağının arasına hapsedip sertçe emdiğinde dudaklarımdan bir inilti kaçtı. Karşılık verme amacıyla bende onun alt dudağını dudaklarımın arasına aldım ve onun yaptığı hareketleri tekrarlamaya çalıştım.
Emmelerinin yerini hafifçe ısırıklara bıraktı. Karnımın içinde anlamlayamadığım haraketler oluyordu, kalbim ise göğüs kafesimi delip karşımda ki adama koşmak için can atıyordu.
Bir elini belime yerleştirerek beni iyice kendine çekti. Göğüsüm onun göğüsüyle buluşmuştu.
Dili dudaklarımın üzerinde gezinerek hafifçe araladı ve içeri soktu. Dili ağzımda yer edinip gezinirken; ağzımdan firar eden iniltiler onun dudaklarında can buluyordu.
Diğer eli kolumdan bacağıma, oradan da baldırıma ulaştı. Sıkarak beni havaya kaldırdı ve bacaklarının üzerine oturttu. Sırtım direksiyona yaslanmış bir vaziyette onunla öpüşüyordum.
Aradan geçen dakikalardan sonra benden ayrılarak yüzümüzün arasına bir karışlık mesafe koydu.
"Senin..." dedi, nefes nefese kalmıştı. "İçin hissettiğim duygular, her an daha fazlasını istiyorlar."
Kanın yanaklarıma hücum ettiğini çoktan hissetmiştim. Hareleri yüzümde gezinirken heyecanlanmamak elde dahi değildi.
İkimiz de birbirimize süre tanıdık. Bir kaç dakikanın ardından bir nebze de olsa sakinleşmiştim. Tamamen sakinleşmek elimde değildi! Şu an onun bacaklarının üzerinde oturuyordum!
"Utandığında çok tatlı oluyorsun," diye fısıldadığında nefesi yüzümde esip geçmişti.
"Değilim ben tatlı falan!"
"Öylesin," dedi ardından elini kaldırarak büzmüş olduğum dudaklarımı iki parmağının arasına aldı. Ona şaşkınlıkla bakıyordum. "Sen her halinle öyle tatlısın ki,"
"Değilim," diyerek haraket ettim ve direksiyondan sırtımı ayırarak başımı onun göğüsüne yasladım. Bir eli anında belimde yer edinmişti...
Telefonumun çalması ile irkilerek başımı çektim. Beyazıt ise ağzında bir şeyler homurdandı ve yan koltukta ki telefonumu alıp bana uzattı.
Arayan Alparslan'dı.
"Alo!" dedim telefonu açıp kulağıma yasladıktan sonra.
"İki dakika demiştin yarım saat oldu!" dedi sesinde ki anlamlandıramadığım duyguyla. Tam ağzımı açmıştım ki Beyazıt elimden telefonu aldı.
"Merhaba, sevgili kayınçom! Kardeşin benimleyken saati kontrol etmeyi unutuyor."
"Lan göt lalesi!" dedi telefondan gelen ses. Ardından sıkıntılı bir nefes sesi işittim. "Ayçiçeği, eve gel, güzelim."
Bip! Telefon kapandı.
"Abin çok arkadaş canlısı! Babana sor hayvanat bahçesinden mi almışlar?" dediğine istemeden güldüm, ardından ise ciddileşip kucağından kalktım ve kendi koltuğuma oturdum.
"Ben gidiyorum," dedim ona dönerek, hızlıca yanağını öptüm ve kapıyı açarak kendimi dışarı attım. Bahçeden içeri girdikten sonra arkamı dönüp ona el salladım.
Hızlı adımlarla içeri girdiğimde, kapıda dikilmiş bir adet Alparslan görmeyi beklemiyordum.
"Hayret bu sefer sadece sen varsın." Bu bir haftada ne zaman Beyazıt ile buluşmadan dönsem tüm abi takımı, Aras ve Umut beni kapının önünde çatık kaşlarla karşılıyorlardı.
"Gelmemelerini ben söyledim. Konuşabilir miyiz?" Ne hakkında konuşacağımızı merak ederek kafamı salladığımda arkasını dönüp merdivenlere yöneldi.
Onun odası benimkinin üst katındaydı. Odasının olduğu kata geldiğimizde odasından içeri girdi ve bende onu takip ederek içeri adımladım.
Siyah deri koltuklara yerleştik.
"Onu gerçekten seviyor musun?" dedi dakikalardır aramızda olan sessizliği bölerek.
"Evet," diye mırıldandım. Başını salladı ve aramızı tekrardan bir sessizlik esir aldı. Geçen dakikaların ardından konuşan yine o oldu.
"Bak, Ayçiçeği. Seni yıllar sonra bulduk. Hayatımıza yıllar sonra girdin, hayatına yıllar sonra girdik. Ama önemli olan yıllar değil. Sen bizim, benim kardeşimsin ve biz seni kabullendik. Beyazıt denilen o herifle seni görmeye katlanamıyorum ama eğer seni gerçekten mutlu ediyorsa... Kararına saygı duyarım. Arkanda, yanında durarım. Ama eğer ki seni üzerse beni kimse durduramaz. Uraz'a yani Kara'ya olan bakışlarını anlıyorum. Annem seni ihmal ediyor gibi görünebilir ama emin ol ki niyeti bu değildir."
"Ben onun için görünmez olmuş gibiyim." dedim Beyazıt konusunu es geçerek. Bir şey demedi, ben de bir şey demedim.
Annem için görünmez olduğumu fark ediyordum. Bunda Kara'nın bir suçu olmadığını da gayet iyi biliyordum. O zırtto'yu yapmadığı bir şeyden sorumlu tutamazdım. Bencilliği bir kenara bıraktım...
O gün abimin kollarında huzurlu bir uykuya daldım. İlk defa kendimi savunmasız hissetmeyerek...
***
Cuma demiştim ama dayanamadım.Buralardasınız, hep buralarda olun...
∞♥∞
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY ÇİÇEĞİ |GERÇEK AİLEM|
ActionBir kızın görünmezliği, sevgisizliği, kimsesizliği bir hatadan kaynaklanıyor ve bu hata yıllar sonra fark ediliyorsa? Bu yanlış kimin sayesinde gün yüzüne çıkıyor?
ADALET-SİZ
En başından başla