Bölüm 41

2.4K 218 38
                                    

Dosyadan en ufak ayrıntıyı kaçırmamak için tekrar okumaya başladım fakat içerinin boğucu havasından dolayı camı açıp işime devam ettim.

Telefonumun çalmasıyla ekrandaki isme bakmadan açtığımda ,ki bu huyumu hiç sevmiyorum, karşıdaki kişinin konuşmasını bekledim. Ses konuşmaya başlayınca "merhaba" dediğinde ekrana bakıp 'Bora Atay' yazısını gördüm ve "efendim Bora" dedim. Bora "kalma sırası benle Baran'da evde alınması gereken veya eksik bir şey var mı?" diye sorduğunda "hayır yok ama siz gelmeseniz daha iyi olur yani ben kendi başımın çaresine bakabilirim, zaten bu güne kadar kendim baktım" dedim.

Birkaç saniye sessizlikten sonra Bora konuşmaya başladı "biliyorum bizi istemiyorsun ama sıra bizde" dedi huysuz bir çocuk edasıyla ardından "eksik ne var şu an marketteyiz" dediğinde Baran'nında yanında olduğunu anladım ve "her şey var eksik bir şey yok" dedikten sonra "saat 5-5 buçuk gibi evde olurum Arda'da yedek anahtar var istediğiniz zaman geçin eve" diyip yüzüne kapattım telefonu.

Evin yedek anahtarını bu sabah çıkmadan Arda'ya vermiştim dilediği gibi girip çıkabilmesi için. Arda'yı arayıp "Ne yapıyorsun ablacım?" diye sorduğumda "ders çalışıyorum abla yorgunluktan ölmek üzereyim" dedi ağlamaklı bir sesle "olucak olucak halledersin sen canım kardeşim hem bir süre sonra her şey oturuyor" dedim açıklayıcı bir ses tonuyla.

Sonra "Bora ve Baran yanına gelip sana sabah verdiğim anahtarı isteyecekler sakın anahtarı onlara verme çıkarken evde unuttuğunu falan söyle canım kardeşim" dediğimde amacım evime girmelerini engellemekti, canım kardeşim 'neden' sorma ihtiyacı duymadan "tamam abla ama sonra konuşacağız" dediğinde kendi kendime konuşarak "zaten her şey konuşulmak zorunda" diye mırıldandım ve "tamam ablacım senlede konuşuruz vakitten bol ne var" diyip sohbet etmeye başladık.

Konuşma nerden nereye geldi bilmiyorum ama telefonu kapatmadan önce Arda'ya ceza hukukunda anlamadığı yerleri anlatıyordum. Saat 7 gibi yorgunluktan zar zor yürüyerek kantine indim ve bir bardak kahve alıp otoparka geçtim , arabanın kapısını açarken yan arabanın kilidi açıldı. Bakma gereği duymayarak yan koltuğa çantamı , kabanımı vesaire koyup yüzbaşıya doğru "iyi akşamlar" diyip arabaya bindim.

Evlerimizin konumu nedeniyle arka arkaya mahalleye kadar geldikten sonra eşyalarımı alıp kabanımı koluma astığımda üşüye üşüye dış kapıya doğru yürümeye başladım. Sırtımdaki bakışları es geçerek merdivenleri hızlıca çıkarken kabanı giymediğim için kendime sövmeye başlamıştım bile.

Evin kapısına geldiğimde merdivende oturan iki adamla şaşakaldım ,hızlıca kendime geldiğimde çantamdan evin anahtarını çıkarıp kapıyı açtım ve "buyrun Bora ve Baran" diyip içeri geçtim. Eşyalarımı odaya bırakırken kapıda bekleyecekleri hiç aklıma gelmemişti açıkçası , kombinin derecesini yükseltip üstüme rahat bir şeyler giydim.

Oturma odasında oturan ikiliye "ne zamandan beri orda oturuyorsunuz?" diye bir soru yönelttim, Bora "yarım saat" derken "iyi halt ettiniz" diyip mutfağa geçtim. Açıkçası onların orda 1 saatten az olduklarını düşünmüyordum ki buzluktan 4 poşet mantı çıkardım.

Kendi kendime onlara yemek hazırlamak zorunda olmadığım aklıma geldikçe aç olan midem ve vicdanım benimle aynı fikirde değildi. Buzdolabından yoğurt ve gerekli malzemeleri çıkardıktan sonra Baran'nın sesiyle ona döndüm, "yardım edebilirmiyim" diye sorunca, olumlu anlamda başımı sallayıp çekmeceden en sevmediğim çirkin önlüğü verdim.

Sakin ama hızlıca mantı , çorba ve salata üçlüsünü Baran'a kitleyip evdeki bitmiş kurabiye stoğunu yenilemek için kolları sıvadım sonuçta Baran bir şefti yemekleri ona kitlemek gibisi yoktu açıkçası. Artık elim değmişken ve Baran'ın da biraz daha işi olduğu için yanına ıslak keki de sıkıştırıp halletmiştim.

Sayın SavcımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin