KÜÇÜK ADIMLAR

1.5K 68 4
                                    

  "Sevim Hanım," dedim, yorgun bir nefes vererek. "Artık gitsek mi? Çok yoruldum." Bu kadının bir ortası yoktu galiba. İki saattir gezmedik mağza, girmedik dükkan bırakmamıştı.

  "Tamam tamam, hadi dönelim." Elinde olan elbiselerle kasaya doğru yürüdü. Normalde buradan çıktıktan sonra Ufuk'un yanına gidecektik ama Nehirciğim arayıp Ufuk'u doktor izniyle eve getirdiğini söylemişti. Sevim Hanım'ın o an ki mutluluğu hiç nir bir şeye değişilmezdi. Ödemeyi yaptıktan sonra mağzadan çıktık. Yanımızda gelen abilerden biri Sevim Hanım'ın elinde ki poşetleri aldı. Arabaya binip eve doğru yol aldık. Sevim Hanım bu süreçte heyecandan kıpır kıpırdı. Yalan söylemeyeceğim, ben de heyecanlıydım. Araba evin bahçesine girince çantamı elime aldım. Durduğu an direk inen Sevim Hanım'a gülümseyip ben de indim. Kapının önüne vardığımızda kapı görevli ablalardan biri tarafından açıldı. Adını bilmiyordum. Salondan gülme sesleri geliyordu. Hızlıca salona yöneldik. Nehircik kucağındaki Ufuk la oturuyordu. Tüm abi takımı da salondaydı. İçeri girecekken ayağıma dolanmamla yeri boyladım. Duyduğum kahkahalarla kafamı yerden kaldırdım. Nehircik ve Sevim Hanım dışında hepsi bana gülüyordu!

"Ahahah! Daha düz yolda yürümeyi bilmiyor." Pars'ın sözleriyle vücudumu bir sinir dalgası kapladı.

"İyi en azından ben düz yolda yürümeyi öğrenebilirim. Sen yıllar olmuş hâlâ kafanın içindekini kullanmayı öğrenememişsin." Yerden kalkarak söylediklerimle yüzünde ki gülümseme silindi ve kaşlarını çatarak bana baktı.

"Benimle düzgün konuş!"

"Asıl sen benimle düzgün konuş!" Ayağı kalkıp üzerime yürüdü. Sarf, Emir, Alparslan da ayaktaydı ama öylece duruyorlardı. Nehircik ve Hakan; Pars'ı tuttu.

"Pars! Sana kaç kere kardeşinle iyi anlaşman gerektiğini söyledim!?"

"O benim kardeşim değil, baba!"

"Peh! Ben de sanki kardeşin olmaya çok meraklıyım, beyinsiz insan!"

"Bak hâlâ devam ediyor!" diyerek, Nehir'in elinden kurtulmaya çalıştı. Dağ gibi adamdan biraz zor kurtulursun. Onu boş vererek Ufuk'a döndüm. Üç yaşında ki çocuk ne olduğunu anlamaya çalışarak bize bakıyordu. Onu kucağıma alarak yanaklarını öptüm.

"Ayy! Sen ne kadar tatlı bir şeysin." Yanaklarına sayısız öpücük kondurdum.

"Senin olmadığın şey yani." diyen Emirle ona döndüm.

"Nesin sen? Liseli ergen falan mı? Ne bu laf sokmaya çalışmalar? Kendine gel! Otuz yaşını geçtin sen! Gidip tansiyon ilaçlarını içsene." Kaşlarını çatarak bana baktı. Bu ailede kaş çatmak gelenekdi galiba. Kaşlarınız içeri çökecek yakında. Kucağımda ki Ufuk la koltuğa oturdum ve onu sevmeye devam ettim. Karnına kafamı koyup salladığımda gülüyor. Onun gülmesiyle ben de güldüm.

  "Şimyi çen benim ablay mışın?"

  "Evet, o senin ablan." Dudaklarımı aralamışken Sevim Hanım benim yerime cevap verdi. Büyük ihtimalle 'Hayır,' dememden korkuyordu. Onu onaylamak adında kafamı salladım.

  "Peki çen yeyen yokyun?"

  (Peki sen neden yoktun?)
Ne diyeceğimi bilemeden ona baktım. Bir çocuğa böyle bir şey nasıl anlatılabilirdi ki?

  "Hadi, yemeğe geçelim!" dedi Nehir. Beni kurtarmak için söylediği belliydi. Hep beraber ayağı kalkıp salondan çıktık. Çıktığımız an Alparslan Ufuk'u benden almıştı. Gıcık şey işte, n'olacak!

  Sevim Hanım'dan Devam...

   Tartışan ikili için ömrümü verebileceğimi fark ediyordum. Bu benim hayalimdi.

  "Nehircik," dedi, o ilk baştan beri duymak istediğim sesiyle. "Şu oğluna bir şey söyle. Elimde kalacak." Onun kaşlarını çatmış sinirli hali ile dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtı. İrisleri bana baktı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

  "Komik bir şey mi var, Sevim Hanım."

  "Hayır hayır! Sadece..." diyerek sustum. Ona ne olduğunu söylemek duygu sömürüsü olurdu. Bana her 'Hanım' dediğinde içim parçalanıyordu. Konuyu değiştirmesi için Fırat'ıma baktım.

  "Yarın," boğazını temizledikten sonra konuşmaya başladı. "Babamlar seni tanımak için geliyor, Ayçiçeği."

  "Eee... Şey daha erken ya!" dedi kaçmak istiyormuş gibi. Kaçmak istiyordu zaten, değil mi? Bizi kabullenmeye başladığının farkındaydım. Yani, en azından bunun için çabalıyordu. Ama bazen bize yabancıymışız gibi bakıyordu. Bir ay olmuştu ve ben hiç yol kat edememiştim. Hakan, Umut ve Aras'la anlaşmaya başlamıştı. Fırat'ı da Nehir diye diye kabullenmiş ti. Beni yok satıyormuş gibiydi daha çok. Alparslan, Sarf, Emir ve Pars'tan uzak duruyordu. Ee, öyle davranırlarsa olacağı buydu tabii!

  "Senin için zor olduğunun farkındayım. Bir ay oldu. Onları zaten bir aydır engelliyordum. Onlara bıraksam ilk günden gelirlerdi." Fırat'ın açıklamasıyla başını sallayarak onayladı ve önüne döndü. Bir kaç dakika sonra duyduğunu söyleyip kalktı. Hiç bir şey yememişti oysa ki. Benim şu an buna karışmaya bile hakkım yoktu. İç çekip bende kalktım ve mutfağa girdim. Kendime bir bardak su doldurup içtim. Arkama döneceğim sırada karnıma dolanan kollarla doldum. Çenesini omuzuma yasladı ve hafifçe bana döndü. Sırtımı göğsüne yasladım.

   "Sadece bir az daha zamana ihtiyacı var. Bizi kabullenmeye çalışıyor." Bunu zaten biliyordum.

  "Biliyorum. Ama işte! Bana her 'Hanım' dediğinde içim parçalanıyor, Fırat. O benim kızım. O benim canımdan bir can. Dokuz ay karnım da taşıdığım yavrum. Böyle olmaması gerekirdi. Böyle yabancı olmamalıydık. Ben onun en sevdiği yemeği bilmiyorum, en sevdiği rengi, en sevdiği kokuyu. Mesela; bunca yıl oldu, acaba hiç birinden hoşlandı mı? Böyle bir ayrılık söz konusu olmasaydı, bizimle büyüseydi, ilk bana anne deseydi paylaşır mıydı benimle? Biz onun hiç yanında değildik ki. Biz onun hiç bir kimsesiyiz. Bunca yıldır kimdi onun kimsesi? İlk bana anne demesi gerekirdi ama başka bir kadına dedi. İlk sana baba demesi gerekirdi ama başka bir adama dedi. İlk ben çekmeliydim içime kokusunu, ilk ben örmeliydim saçlarını. Örmeyi bırak dokunamıyorum bile!"


   Ayçiçeği'nden Devam...

    Duyduğum cümleler kalbime bir ağrı oturttu. Böyle hissetmesini nedensizce istemiyorum. Ona söylemek istedim. Kimseye aşık olmadım demek istedim ama tek yapabildiğim orayı terk edip odama çıkmaktı. Kimse örmemişti saçımı, çekmemişti kimse kokumu. Annem küçükken benden tiksinirmiş, anneannem hep böyle söylerdi. O da sevmezdi beni. Kimsem olmamıştı hiç, onlar benim hiç kimsem değillerdi. Ben kimsesiz olmaktan yorulmuştum. Hayatım boyunca görünmezdim ama şimdi onlar beni görüyorlardı. Ben bugün bir karar verdim. Artık yanlız olmayacaktım, olmamaya çalışacaktım. Onlara doğru yürümeye başlamıştım ama artık koşacaktım! Bende artık bir annenin varlığını, bir babanın güvenini hissetmek istiyordum. Abilerimin beni korumasını istiyordum. Tabii bunlar Alparslan ve Pars için geçerli değillerdi. Ben artık kimsesiz olamayacaktım...

   ***
Bir kaç günün ardından merhaba! Biraz bozuk bir bölüm oldu gibi. Yeni bir kitap üzerinde çalışıyorum. Arkadaşlarımla ortak yazacağımız bir kitap. Gelişmelerden sizi haberdar etmeye çalışacağım. Şu an ki taslağı bile içimi kıpır kıpır ediyor.

Buralardasınız, hep buralarda olun...

 
∞♥∞

AY ÇİÇEĞİ |GERÇEK AİLEM|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin