22. SANA SENDEN YAKIN

En başından başla
                                    

Ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım bir türlü varamayacak mıyım dünyaya?

İnsandır; şaşar, beşer, döner, affeder. İnsandır; esirger, bağışlar, ayağa kalkar, geri düşer. İnsandır, kırk kere kalksa kırk bir kere geri çağırır yer onu. Ulan dersin, ben çabaladım, ben çıkmaya, paçamı kurtarmaya çalıştım. Ah ulan dünya, ben ne kadar çırpındıysam o kadar kapadın gözümü. Şimdi gözü kapalı ilerleme mücadelesi veren ben, tıpkı su içerisinde çırpındıkça dalgaların ittiği sahipsiz beden gibi geriye çekiliyorum. Bırak, dedim. Bırak yakamı. Ben gideceğim.

Gerçi komik... Başım yere eğik, dizlerim ağrıyor gibi, aslına bakılırsa fiziksel acının eşiğinin dibindeyim. Nasıl oluyorsa... Sadece, üzgün müyüm bilmiyorum. Parmaklarım çaresizce kibritlerimi topluyor. On tane topluyor, dokuz tanesini düşürüyorum. O kadar mı güçsüzüm?

Yok ya. Yok. Biraz da olsa güçlüyüm. Biraz da olsa ilerledim ya. Koskoca Sezin Kaza.

Yerdeki kibritlerimi avucumda topluyorum, "Bir, iki, üç... on," diyorum sonra yere düşüyor ya dokuzu. Başlıyorum bir daha saymaya. "Bir, iki, üç... on, on bir. Lütfen on bir."

Toparlayamıyorum kibritlerimi.

Ağlıyorum, ağlıyorum. Neye ağlıyorum? Kibritlerimi toplayamayacak kadar aciz oluşuma mı? O kırk ince çöpü kutunun içerisine toplamak için kaç yıl heba ettim ben? Şimdi hangi birini avucum içerisinde toparlayabileceğim?

Başlıyorum tekrardan. Titriyor ellerim. Bir tür sinir krizi eşiğinde miyim? Parmağımı tutup bir tahtanın üzerine koysalar ve bir satırı parmağımın üzerine vurup alsalar onu benden, ne kadar acır canım? Acımaz ki canım. Hassas değilim ben. Kocaman Sezin Kaza. Büyüdüm. Bağırdım dağa taşa vaktinde.

Varlığım Türk varlığına armağan olsun!

Tabi ya, ben o bağırış için yıllarımı verdim. Varlığımı adadım. Acı nedir bilmez bedenim. Kesik, yara, kan, ceset, tabut, Türk bayrağı. Türk bayrağı. Benim aklım fikrim vatanım. Nereye düşüyorum, değil mi? Keşke parmağımı alsalar, keşke canımı yaksalar. Öylesi daha kolay. Her türlü acıya dirayetliyim işte de... Bir geçmiş alaşağı ediyor insanı. Geçmiş, geçmiyor. Geçmiyor. Geçemiyor. Böyle duvarında kalan leke gibi ne kadar üzerini boyasan da birkaç yıla yine kendisini belli ediyor.

Bir arabanın sertçe frene bastığını duyunca kafamı kaldırdım. Acımla aramda bir sokak var, yara bandım birkaç adım ötemde. Kapısı açıldı, sertçe kapandı sonra. Tam yüzüme vuran fardan dolayı kafamı daha da eğdim. Gözlerimi kıstım kibritlerime bakarken. Bana telaşla yürüyen bedeni fark ettim. Bakmama gerek yoktu. Bedenin bana yaklaşan son iki adımı titredi. Öylece kalakaldı. Kafamı eğdim daha da.

Utandım, utandım. Kibritlerimi toparlayamamama mı yoksa yere düşmüş bir çocuk gibi ağlayışıma mı bilmem. Onu neden aramıştım? Daha çok ağladım. Ondan başka arayacak kimim vardı? Omuzlarım sarsıla sarsıla ağladım. Bir yabancının bana yabancı olamayacak kadar yuva olmasına, kendi kanımın bana bin kat el olmasına ağladım. Küçüklüğüm boyunca bir gece yarısı aradığım her numara, çaldığım her kapı benim abime çıkarken bu gece yarısında bana hiç yabancı olamayan bu yabancıya sığınmanın acizliğine ağladım. Hıçkırıklarım eminim ki Tunceli'nin boynunu büküyordu.

"Kaza..."

Soy ismim öyle dökülmüştü ki dudaklarından, sanki gördüğü şey bir kazaydı. Ben çok büyük bir çarpışmanın, çok büyük bir cinayetin kurbanı olmuştum. Öyle Kaza dedi ki, soy ismimin ruhuma nasıl ışık tutup beni ifşa ettiğini bir kez daha hatırladım.

"Özür dilerim," diye mırıldandım acıyla. Parmaklarım yerdeki kibritlerime dokunuyor, onları toplamaya çalışıyordu. Beden bana yaklaştı, yaklaştı ve tedbirle yanımda diz çöktü. "Kibritlerim düşmeseydi sana gelecektim."

KAZAZEDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin