LXIV- eşsiz kıpırtılar

En başından başla
                                    

Ben omzunda ve kucağında ağlarken o, "Ooo," çekti ve güldü. Yeniden 'hiiig' diye hıçkırdım. "O zaman ben şimdi yanında kalp krizi geçirsem hiç müdahale edemeyeceksin."

"Fetih!" bağırdım önce.

"Can çekişimi izleyeceksin. Ne yapman gerektiğini unuttun sonuçta, öylece bakaca..."

"Fetih sus diyorum sana." omzundan kaldırdım başımı yüzüne baktım ve elimle kalbine baskı uyguladım. Biraz daha konuşursa vuracaktım.

Gözlerime bakakaldı, iki kaşının ortasında derin bir çukur oluştu. "Kaç saattir ağlıyorsun sen?" gözlerimi kırpıştırdım yüzüne baktım. "Hı?"

"Çok saattir."

"Efsun." dedi öylece. Bu kadarını beklemiyordu sanırım. Yüzümü avuçlarının arasına alırken akan burnumun ucuna bir öpücük kondurdu. Islak kirpiklerimi baş parmağıyla sildi.

"Yetişmeyecek. Çok geç başladım. Aylarca bir tedavi diye tutturdum, bir sürü şeyle uğraştım. Bu saatten sonra ne yapılır? Şımarık gibi aylarc..."

"Şımarık gibi mi?" onun için kötü bir şey söylemişim gibi hayal kırıklığıyla baktı. Başımı salladım, bu düşünceyi ağlamaya başladığım andan beri o kadar çok benimsemiştim ki şimdi yine dillendirmek başımı öne eğdi, gözyaşlarımı hızlandırdı, omuzlarımı sarstı. Yedi buçuk ay, iyi olmak için çırpınmıştım. Bak şimdi ne haldeydim. Hiçbir şey yetişmiyordu. Hiçbir şey hatırlamıyordum.

"Kendine ayırdığın zamana şımarıklık mı diyorsun sen?"

Yine o sadece ses çıkararak nefes aldığım ama vermediğim hıçkırıklarım arttı. Mesleğimi unutmuştum işte. Bir doktor gibi yaşamamıştım yedi buçuk ay boyunca. Hiç doktor olmamış gibi yaşamıştım.

"Sana inanmıyorum." dedi şaşkınca. "Bu fikrin saçma olduğunu o zamanı ayrı geçirdiğimizden de mi anlamadın? Sen benden bir şımarıklık için ayrı kalır mısın hiç?" dedi. Başımı eğdiğim yerden kaldırmadı. Utanmam gerekiyordu sanki ve buna izin veriyordu. "Kendinle baş başa kalman gerekiyordu kaldın, bir dakikasından bile sakın pişman olma." dedi ve ekledi.

"Kızarım. Çok kızarım sana."

Başımı öne doğru bıraktım ve göğüs kafesine yasladım alnımı. "O zamana şımarıklık dersen kendine de bana da bize de haksızlık edersin." dedi. Ben boşuna mı sabrettim der gibiydi sesi. Ben boşuna mı bekledim. Ben boşuna mı gelmedim. Kravatını çıkardım, gömleğinden birkaç düğme açıp yüzümü tenine yasladım. Fetih'in teniyle temas içinde olmak, özellikle yüzümün, bu anlarda çok daha iyi geliyordu bana.

"Sana o ilk meyve tabağını getirdiğim gece neler dediğimi hatırlıyor musun?" dedi. Çok çok çok uzun bir zaman geçmemişti. En azından sınava girmeme kalan vakit, o zamanla bugün arasında kalan vakitten daha fazlaydı. Neyse ki. Gözlerimi kapattım o geceye gittim.

Fetih'in bana aldığı yirmi ikili fosforlu kalem setinden sadece dört tanesi masamın üzerindeydi. Eğer hepsi masamın üzerinde olursa, tamamını kullanmak istermişim ve dikkatim dağılırmış, olmazmış. Bu kalemleri başka bir ülkeden getirttiği için geri alırım diye çok rahat tehdit ediyordu beni. Aynısından ben de alırım diye meydan okuyamıyordum çünkü alamazdım. Bir arkadaşından rica etmişti öyle getirtmişti. Herhangi bir sitede satışı yoktu ve ben renkli kalemleri çok severdim. Kimsede olmayan renkli kalemleriyse daha çok severdim.

Bugün hedeflediğim sayfa sayısından kalana ve saate baktım. Ders çalışmaktan biraz midem bulanıyordu ama neyse ki henüz uykum gelmemişti. Bu ilk gündü alışacaktım her geçen gün. Ben altı yıl ders çalışmış insandım yine adapte olurdum elbet.

SERÇEYİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin