Odadaki küçük pencerenin arkamdan ani bir şekilde kapanmasıyla yerimden sıçradım. Başımı çevirip baktığımda yine hiçbir şey yoktu. Sadece odaya yansıyan güneş. Sanırım deliriyordum. Bunun başka açıklaması olamazdı.
Titrek bir nefes alıp arkamdan kapıyı kapattım. Etrafı inceleyerek karanlık koridorda küçük adımlarla ilerledim. Duvarlarda eski olduğu belli olan tablolar sırayla asılıydı. Hepsinde de değişik görseller vardı ama buna çok takılmamıştım. Kesik kesik nefesler alarak yürümeye devam etmiştim. Ta ki aşağı doğru uzanan merdivenlerin başına gelene dek. Buradan inmek büyük bir işkence olacaktı yaram yüzünden. Kanatlarımı kullanmaktan başka bir yol gelmemişti aklıma. Merdivenlerden yuvarlanmak en son isteyeceğim şeydi.
Derin bir nefes alıp kanatlarımı açtım. Hızlı bir şekilde uzun merdivenlerden aşağı inmeyi başarmıştım saniyeler içinde. Merdivenin korkuluklarından elimi çekerek güneşin aydınlattığı ve sıcak bir ortamı olan salona girdim. Aynı şekilde yine kimse yoktu ama şömine sanki yeni yakılmış gibi yanıyordu. Ateşin sıcaklığı bütün odaya yayılmıştı.
Neredeydim ben? Ve neden bu evdeydim? Benim, sarayda ait olduğum yerde, yani şeytanın yanında olmam gerekiyordu. Ona ulaşmamı sağlayan bağımız şimdi uçsuz bucaksızdı. Sessizdi... Onu hissedemiyordum. Zihnimde hiçbir şekilde sesini duyamıyordum. O da benimkini duyamıyor olmalıydı. Aramıza kilometreler girmesine rağmen yaşamamızı sağlayan kolyemi avuçlarım içine aldım. Parlıyordu. Bu kolye boynumdan çıktığı anda ikimizde bağ yüzünden ölürdük.
Bir an önce şeytanın yanına gitmeliydim. Ama ilk önce buradan çıkış yolunu bulmam gerekiyordu. Beni buraya getiren her kimse, zorla tutmadığı çok açıktı. En önemlisi beni iyileştirmişti.
Sadece eve dönüş yolunu bulmam lazımdı. Ve Ateş'i gebertmem. Ama bunu daha sonraya saklayabilirdim. Alpler onunla ilgileniyor olmalıydı. Teslim olduğuna göre.
Annemleri de bulmam gerekiyordu. Olaylar o kadar karışmıştı ki geleceğimizi kestiremiyordum. Bu enkazdan nasıl çıkacağımızı inanın hiç bilmiyordum. Şimdiki önceliğim şeytanın yanına gitmem olmalıydı. Sonrasını sonra düşünürdük.
Evin dış kapısını bulmamla derin bir nefes aldım. Hızla oraya ilerledim ve dışarı çıkmak için kapıyı açtım. Dışarı bir anda çıkmamla güneşin parlaklığı yüzünde gözlerim kamaşmıştı. Görüş alanım tekrar netleştiğinde etrafı dikkatli bir şekilde inceledim.
Burası da neresiydi?
Gözlerimi ormanın içinde olduğu için, ağaçların arasına sıra sıra dizilmiş ahşap kulübelerden çektim ve kulübelerin önünde koşuşturan çocuklara kaydırdım. Onlar... çok farklıydı. Bedenlerinin belirli yerlerinde olan sarmaşık dövmeleri minik bedenlerine giydikleri kıyafetlerin açık kısımlarından belli oluyordu. Her birinin bileklerinde farklı semboller vardı ama bu kadar uzaktan ne sembolü olduklarını görememiştim.
Başımı çevirip kasabanın diğer sakinlerine baktım ve düz yolda ilerlemeye devam ettim. Onlarda aynıydı. Yaşlı genç demeden hepsi bana bakıyordu. Deli hastanesinden kaçmışa benzediğim için olabilir diye düşündüm ilk. Sonra ise kanatlarımı hatırladım. Melek olduğum için bakıyor olabilirler miydi?
Onlar kimdi? Bu soruyu sanırım daha önce sormam gerekiyordu. Ne olduklarını bilmiyordum. Peri ya da elf olabilirlerdi ama benzemiyorlardı. Düşüncelerimden sıyrılmak için başımı salladım. Şimdi bunu düşünmenin sırası değildi. Zaten burada çok durmayacaktım. Sadece beni buraya kimin getirdiğini merak ediyordum ve krallığa geri dönmek için yolu öğrenmem gerekiyordu.
Dudaklarımı dişleyip üzerimdeki bakışları umursamadan bir yerden hatırladığım kıza döndüm. Bir kulübeye yaslanmış bana gülümsüyordu. Bu kız... yaşlı kadının yanındaki kızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolunayın Altında
FantasyHiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne yapardınız? Üstelik tüm varlıkların soyu sizin elinizde olsa... Asıl soru, siz hiç bir şeytana sonunu bile bile aşık oldunuz mu? Onun ateşinde...
60. Bölüm
En başından başla