Modernleşme teorisi
Bu madde veya bölüm Modernizasyon teorisi adlı maddeye çok benzemektedir ve bu iki maddenin tek başlık altında birleştirilmesi önerilmektedir. Birleştirme işlemi yapıldıktan sonra sayfaya {{Geçmiş birleştir}} şablonunu ekleyiniz. |
Bu madde, Vikipedi biçem el kitabına uygun değildir. (Mayıs 2020) |
Bu maddede kaynak listesi bulunmasına karşın metin içi kaynakların yetersizliği nedeniyle bazı bilgilerin hangi kaynaktan alındığı belirsizdir. (Mayıs 2020) (Bu şablonun nasıl ve ne zaman kaldırılması gerektiğini öğrenin) |
Bu maddedeki üslubun, ansiklopedik bir yazıdan beklenen resmî ve ciddi üsluba uygun olmadığı düşünülmektedir. |
Modernleşme teorisi sanayileşmiş Batı toplumlarının ya da G-7 ülkelerinin sahip olduğu yapı, kurum, değer ve sistemlere sahip olmak amacı ile sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. alanlarda gelişmekte olan ülkeler (GÖÜ) ve az gelişmiş ülkeler (AGÜ) tarafından yapılan tüm düzenlemelere modernleşme denir. Modernleşme teorisi ise gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin gelişmeleri için, gelişmiş ülkelerin keşfettiği yöntemleri izleme dışında bir yolunun olmadığını savunan uluslararası politik ekonomi görüşüdür. Avrupa şartlarında ortaya çıkmış olan bu durum, modern olarak adlandırılırken, buna karşılık "modern olmayan" bir öteki yaratılarak "gelenek" adı verilmiştir. Batı Avrupa'da "Rönesans ve Reform Hareketleri" ile ortaya çıkmış ve Fransız İhtilali ile devam etmiştir. Temeline bakıldığı zaman, " eski rejime " düşünce yapısına ve inanç sistemine zıt olarak geliştirilen bir tepki olduğu görülebilir. Bu süreçte ortaya çıkan yönetim şekli, düşünce yapısı ve fikir akımları gibi bazı unsurlar eski düzenin değişme vakti geldiğinin habercisidir. Bu sayede eski rejim değişerek modern rejime geçildi. Modernleşme, sürekli olan bir değişimi, farklılaşmayı temel alan dinamik bir süreçtir. Bu sebeple modern insanlar arasında iletişim çok hızlı ve mesafeli bir duruma gelmiştir. Nüfusun artması ile birlikte artan iş bölümü, herkesin ayrı bir işlevi olması sebebi ile aralarında bir bağımlılık ilişkisi olan yapı anlamında farklılaşmış bir toplumu meydana getirmiştir.
Modern dediğimiz kavramın hangi zaman diliminde ortaya çıkmış olduğu ve ne tür özellikleri olduğu bilinmez iken, şu anda da devam eden bir tartışma konusudur. Ancak tahminlere göre bu kavramın tarihi XV. yüzyıllara kadar uzanmakta olduğu düşünülmektedir. Sosyoloji bilimi de, modern kavramının içinde bulunan belirsizliği analiz etmeye çalışırken ortaya çıkmış bir bilim dalıdır. Hakkında pek çok tanımlama yapılan " modern/modernlik " kavramı yeni bir dünya görüşünün doğmasına ve farklı, alışılagelmişin dışında bir yaşam tarzı ortaya çıkarmıştır. Yapılan veya yapılmaya çalışılan tanımların geneline baktığımızda aklımızda bu kavrama uyan bir düşünce belirmektedir. Modern/modernlik; sürekli bir ilerleme ve değişim halinde bulunan, rönesans ve reform hareketleri ile başlayan ve hala devam etmekte olan her türlü faaliyetler bütünü diyebiliriz. Ancak bu yorum da, diğer tüm yorumlar gibi tam olarak bu kavramı karşılayamamaktadır. Bir başka deyiş ile modernleşmeyi geçmiş ve geleceğimiz arasında bir köprü olarak görebiliriz. Geçmişimizden, bugüne kadar gelen ve daha uzun yıllarca, nesiller arası aktarımları sürmesi beklenen durum ve olaylara " gelenek " denilmektedir. Acaba modernleşme bir anlamda gelenektir diyebilir miyiz? Geleneğin sabit fikirlere dayalı, herhangi bir değişimden etkilenmeyen bir kavram olduğunu düşünmemek gerek. Bu durumda gelenek, bulunduğu zamandaki tüm şartlara göre şekil alabilen bir kavramdır.
Sekülerleşme
değiştirModernleşmenin doğurduğu bir diğer kavram ise "Sekülerleşme"dir. Modernlik ile din ilişkileri üzerine kurulu bir kavramdır. Sosyoloji'de dine karşı olan temel yaklaşıma baktığımızda sekülerleşme ile karşılaşmaktayız. Bu çerçevede geliştirilmiş olan yaklaşımlar, dinin modern toplumdaki yerini belirten tartışmalar bulunmaktadır. Sosyoloji literatüründe "Sekülerleşme" kavramını ilk olarak Marx Weber kullanmıştır. Yine de temelleri Aydınlanma Dönemi'ne kadar dayanmaktadır. Kurucu sosyologların geliştirdiği bu yaklaşımlar, 1960'lı yıllara kadar dine karşı tutumlarında sosyologların temel belirleyicisi olmuştur. Aynı görüşleri ileri sürerek kurucu sosyologları takip eden, görüşlerini farklı yollar ile belirtme ve destekleme çabasında olan sosyologlar arasında Bryan Wilson, Karel Dobbelaere ve Steve Bruce gibi isimler öne çıkmıştır. Bu kişilerin hemfikir olduğu nokta, dinin her boyutta gerileyecek olmasını düşünmeleriydi. Ama 1960'lı yıllarda klasik "Sekülerleşme" paradigması şeklinde adlandırılan yaklaşımın eleştirilmesi için ilk adımlar atılmıştır. Hatta eleştirme ile kalmayıp "Sekülerleşme" yi sosyoloji literatüründen tamamen çıkarılması bile istenmiştir. 2000'li yıllarda ise din-modernlik tartışmalarını konu alan eski paradigma eleştirileri de açıkça ortaya konulmuştur. Eski paradigmayı beğenmeyerek geliştirilmiş olan yeni paradigma da tıpkı eski paradigma gibi birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Bu yeni paradigmanın anlayışı ise din ve modernitenin sürekli bir etkileşim hâlinde olduklarını savunmaktadır. Kurucu sosyologlar tarafından temeli atılan "Sekülerleşme" kavramı üç farklı paradigma çerçevesinde gündeme getirilmiştir. Bu paradigmalardan birincisi olan "Klasik Sekülerleşme Paradigması" modernite ile din karşıtlığını ele almaktadır. Genel olarak tanımlamak gerekirse Klasik Sekülerleşme tezi; modernleşmenin gelişmesi ile birlikte dinin elinde bulunan otoritesinin her açıdan gerileyeceği ve sonunda da yok olacağı öngörüsünde bulunmaktadır. Batılı bilim insanlarının pek çoğunun benimsemiş olduğu bu öngörüye sebep olan ideolojik bakış açıları olmuştur. Bununla birlikte dinin gerilemesine neden olacak sebeplerden biri de bilim olarak görülmüştür ve sekülerleşme için geri dönüşü olmayan bir yol olduğu belirtilmiştir. Bunun yanı sıra, bu sürecin sadece Hristiyanlığı değil, Yahudilik ve İslamiyet gibi diğer büyük çapta inananı bulunan dinleri de kapsayacak olması düşüncesinde olan öngörüler de bu paradigmanın iddiaları arasında yer almaktadır. Bu paradigmayı savunan sosyologlar hipotezlerini desteklemek amacıyla kiliselere olan rağbetteki düşüşü göstermişlerdir. Klasik sekülerleşme tezinin argümanlarını kabul etmediklerini belirterek 2000'li yıllarda yeni bir paradigma ortaya cıkmış ve geliştirilmiştir. Yeni paradigmaya göre, bulunan veriler insanlık için vazgeçilemez bir unsur olan dinin, moderniteye rağmen varlığını koruyacağını ve devam ettireceğini göstermektedir. Kurumsal dine göre meydana gelen gerileme (özelde kiliseye olan rağbet durumu), dinin gerilediğini düşündürmektedir. Klasik sekülerleşme paradigmasının belli bir sisteme sahip olmadığı gerekçesi ile bir 'ideoloji' olarak nitelendiren Jeffery Hadden aynı zamanda kurumsal anlamda dinin gerilemiş olduğu yerlerde yeni dini hareketlerin yükselişe geçmesini ve reformların, devrimlerin olduğu topluluklarda din ile bunlar arasında çıkan tartışmayı klasik sekülerleşme paradigmasını yalanlayan olgular olarak değerlendirmiştir. Daha önce incelediğimiz iki paradigma, din ve modernite arasındaki ilişki açısından birbirlerine zıt kutupları ifade ediyordu. Geliştirilmiş olan son paradigma ise üzerinde çalıştığı yaklaşımla bu zıtlığa son vermiş ve bir sentez formu ortaya atmıştır. Bu yaklaşıma göre modernite ve dinsellik birbirlerine zıt kavramlar değildir, her iki olgu da aynı anda bir arada bulunabilmektedir. Eklektik paradigma birlikte, din ve modernite arasındaki etkinin varlığını temel almaktadır. Modernleşme-din ilişkileri kapsamlı olarak ele alınmaya başlaması 2000'li yıllara gelmeden önce gerçekleşmiştir. Sekülerleşme paradigmalarının geldiği son noktaya bakarsak, artık dinin varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğine dair tartışmalar yerini, dinin varlığını sürdürürken siyasal, sosyal, ekonomik vb. gibi süreçlerle bulunduğu etkileşme de ortaya çıkan yeni formların niteliği üstündeki tartışmalar doldurmuştur. Sekülerleşme paradigmaları üzerine çıkan ilk tartışmalarının ilk ortaya çıktığı dönem eski paradigma kapsamında görüşlerini belirten Peter Berger de, son yaptığı işlerde yeni paradigma doğrultusunda bir yaklaşımda bulunmuş ve bunu geliştirmiştir. Aynı şekilde bir başka sosyolog olan Oswalt, dini kuruluşların da diğer seküler kuruluşlar gibi işlevleri olduğunu vurgulayarak, bundan sonra yapılacak olan şeyin din, sekülerleşme ve kültürel formların, karşılıklı iletişim kapsamında aynı düzlemde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Dinler; sosyal yapı, maddi kültür, kültürel sistemler ve bireylerle sürekli ilişki içindedirler. Bu yüzden dinin kavramları değişmeye müsait olan bir yapışı vardır ve dinin değişkenlik gösteren bir unsur olduğunu unutmayarak ele alınması zorunludur. Bu bilgiler modernleşme ile beraber dinin de hala aktif bir şekilde hayatına devam ettiğini, toplumun siyasal, ekonomik, sosyal vb. boyutları ile iletişim hâlinde olan, bu şekilde bir yandan dinin, kendisinin devamlı bir değişim sürecinde olduğunu, bir yandan ise geleneğin baştan üretim sürecinde aktif ve etkili bir unsur olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak; Modernleşme Kuramı, Aydınlanma Dönemi'nin sonrasında Avrupa'nın içinde bulunmuş olduğu durumu anlamaya çalışırken ve çıkan sorunları, çözmeye çalışmaları 'geçmişten (gelenekten) kaçış', 'geçmişi (geleneği) kötüleme' ve 'modern (yeni) olanı yüceltme' şekilleriyle sonuçlar vermiştir. Fakat ortaya çıkan bu sonucun sosyal gerçekliklerle uyum sağlanmadığı, halihazırdaki sorunların çözümü için bir farklı yöntem özelliği taşımadığı, zamanla anlaşılmış ve ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla insanlar ve kültür tarihi için başlı başına hoş bir sayfadan ve bu sayfanın geçmişten tamamen temizlenerek yazılacak olmasından söz dahi etmek mümkün değildir. Bilimsel tartışmalarda 'modern' olanın ne olduğu hakkındaki düşünceler dahi ortak değildir. Bu şekilde bir konuda 'modern' karşısında farklılaştırılan, yokmuş gibi davranılmaya çalışılan bir 'gelenek' kavramından bahsedilemez. Bu husus ne modernliğin ileri gelenlerinden olarak kabul gören Batı Avrupa toplumları, ne de 'Modern Kimliğin' devamı olduğu ileri sürülen Amerikan toplumlarında bu zıt kutuplu eleştiriye ilişkin sosyal olarak hiçbir gerçekliğe rastlanmamaktadır. Toplumların yaşamış olduğu ve halen içinde bulundukları sosyo-kültürel tarihi zaman, doğasında bulunan eklemlenme ve devamlılık ile devamlı karşımıza çıkmaktadır. Bu devamlılık öyle bir devamlılıktır ki, maddi-manevi kültür içinde devam eden bir akışa sahiptir. Dolayısıyla gelenek; bir toplulukta hayalî ya da gerçek geçmişi ile hareket eden, edindiği deneyimlerin bir ürünü olduğu için şahsına güvenilen, modernizme ayak uydurabilme kapasitesine sahip, bu sayede nesiller arası aktarımlar ile varlığını devam ettiren, inançlar, değerler, semboller, normlar ve ritüellerle etkileşim pratikleri bütünü gibi tanımlanabilir.
Kaynakça
değiştirAysoy, Mehmet. Geleneksel Sonrası Toplum Üzerine, İstanbul: Açı Kitaplar, 2003.
Bauman, Zygmunt. In Search of Politics, Polity Press, 2000.
Bauman, Zygmunt. Modernlik ve Müphemlik, (çev.) İsmail Türkmen, İstanbul: Ayrıntı Yay., 2003.
Bendix, Reinhard. "Tradition and Modernity Reconsidered", Comparative Studies in Society and History, Vol. 9, No. 3, (Apr., 1967), Cambridge Univesity Pres, pp. 292–346. http://www.jstor.org/stable/177869 (ulaşım 17/12/2008).
Berger, Peter / Brigitte Berger. Sociology: A Biographical Approach, Penguin Books, 1981, s. 27.
Berger, Peter L. "Sekülerizmin Gerilemesi", Sekülerizm Sorgulanıyor, (der. ve çev.) Ali Köse, İstanbul: Ufuk Kitapları,, 2002.
Berger, Peter L. "Dinin Krizinden Sekülerizmin Krizine", Sekülerizm Sorgulanıyor, (der. ve çev.) Ali Köse, İstanbul: Ufuk Kitapları, 2002.
Berman, Marshall. Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İstanbul: İletişim Yayınları, 1994.
Cevizci, Ahmet. Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yay., 1999.
Çetin, Halis. "Ezelden Ebede Kadim Bilgeliğin Kutsal Yolculuğu: Gelenek", Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Kadim Bilgeliğin Kutsal Yolculuğu Gelenek, Yıl 1, Sayı 3, Kış 2005.
80 | The Journal of Kırıkkale Islamic Sciences Faculty
Davie, Grace. Religion in Britain Since 1945: Believing Without Belonging, Oxford: Blackwell, 1999.
Eisenstadt, S.N. "Multiple Modernities", Daedalus, Winter, 2000.