Actions

Work Header

merhaba elveda (seni tanımak güzeldi) ("hello goodbye ('twas nice to know you)" çeviri)

Summary:

Draco Malfoy, teninde kimin düşüncelerinin belirdiğini biliyor olabileceğini sanıyor ama bu çılgınca. Hatta imkânsız. Bir hata olmuş olmalı.

-
Ruh eşinizin düşüncelerinin değişen, büyülü bir dövme olarak teninize işlendiği, başına buyruk bir ruh eşi AU’su.

Notes:

"Hiding Scrawl"daki muhteşem yorumlarınız ve dönütleriniz için hepinize teşekkür ederim. Yıllardır çeşitli platformlarda hayran hikâyeleri yazıyorum ve daha önce yazdığım hiçbir şeye bu kadar fazla yanıt gelmemişti. Kesinlikle şaşırdım kaldım.

Bu Drarry remix yan hikâyesini bunu yazmam için beni cesaretlendiren hepinize ithaf ediyorum (özellikle de iki gün önce bana mesaj atıp "bunu bitir de fluff okuma akşamı yapabileyim" diyen tatlıma. İki gün fazla sürdüğü için özür dilerim! <3)

Başlık, Steam Powered Giraffe’ın “Honeybee” şarkısından.

-
EDIT: Bu hikâyenin artık mjminart sayesinde harika bir çizimi var. Bir göz atın!

Work Text:

Sırtını yasladığı taş duvar nemli, soğukluğu cübbesinden bile hissediliyor ama Draco’nun dikkati orada değil çünkü Potter’ın eli gömleğinde ve dizi bacaklarının arasında, nefesi boynunu ısıtıyor ve beyninde aynı anda binlerce düşünce dönüyor.

“Ne kadar çekici olduğunu biliyor musun?” diye homurdanıyor Potter köprücük kemiğine doğru. “Nasıl sana bakmadan duramadığımı?”

Draco elini kaldırıp Potter’ın omzunu tutuyor, parmakları cübbesinde tutunacak yer arıyor çünkü tutunamazsa kayıp gidecek. Potter boynunu öpüyor, dudakları kuru ve Draco hafifçe inliyor, nefesi boğazına kaçıyor ve her şey mükemmel, yüreği ağzında, midesi düğüm düğüm ve Draco buna doyamıyor.

Sonsuza dek burada, zindan girişinin bu yarı loşluğunda, duvara dayalı kalmak istiyor çünkü Potter ona yaslanıyor, göğsü göğsünde, parmakları kıyafetlerinde ve saçında ve-

Ağır bir şey karnına çarpıyor ve Draco’nun bir an nefesi kesiliyor. Sırtının değdiği yer yumuşak ve sıcak, soğuk ve sert değil ve sağında bir yerlerden bir kahkaha geliyor.

“Siktir git, Blaise,” diye homurdanıyor Draco, elini kaldırıp terli saçlarını gözlerinden çekiyor.

“Ben de seni seviyorum, hayatım, gel de o yapış yapış olmuş pijamalarını çıkarmana yardım edeyim...”

Draco ona el hareketi çekip battaniyesini üstünden atıyor, rüyasını aklından çıkarmaya çalışıyor. Çok şükür yıllardır edindiği tecrübeler sayesinde artık Harry Potter’dan deli gibi hoşlanmıyormuş gibi davranmakta fazlasıyla iyi. Yanından geçerken bir an Blaise’e dik dik bakıyor ve tuvalete gidiyor.

Aynadaki yansıması soluk ve sinir olmuş görünüyor. Ellerini yıkamak için kollarını dirseklerine kadar sıvıyor. Siyah bir mürekkep gözüne takılıyor ve kollarına bakmadan edemiyor.

Bir kolundaki bir daha asla çıkmayacak bir leke.

Diğer kolundakiyse son sınıf için okula gelme kararı verdiğinden beri değişip duruyor.

Draco hareketsiz, sessiz Karanlık İşaret’in üstünü örtüyor; suçluluğun ve utancın tanıdık acısının bir kez daha midesini bulandırmasına ve nefes almasını zorlaştırmasına izin veriyor ve diğer kolundaki yazıya odaklanıyor.

Ruh eşinin, Voldemort’un kazıdığı Karanlık İşaret’in tam karşısında duran el yazısı biraz çirkin ve ufak ve okuyabilmek için kolunu yan tutması gerekiyor.

acaba iyi mi

Draco somurtuyor. Yıllardır kolundaki kelimeler hep hakaret olmuştu; eğer kendisine söylenmeseydi, her gün kendi derisinde Draco’yla alay etmeseydi takdir edebileceği bazı iğneleyici sözler. Şimdiyse bu– biraz endişeli, neredeyse kibar kelimeler tereddüt içinde koluna yazılıyorlar.

Uzunca bir süre ruh eşinin Slytherin olduğunu düşünmüştü ama Hogwarts’ta bulunduğu süre içerisinde binasındaki herkesi elemişti.

Sonrasında dikkatini diğer binalara vermeye başlamıştı –belki huysuz bir Ravenclaw olabilirdi– ta ki altıncı sınıfa kadar.

Voldemort’a hizmet ederek geçirdiği yılın neredeyse tamamında yazısı değişmedi. Malfoy Malikânesi’ndeki odasında yalnız başına oturup başının döndüğünü, midesinin bulandığını ve sol kolunun acıdığını hisseder ve kolundaki yazıya bakardı.

ölüm yiyen

İki kelime. İki siyah, suçlayıcı kelime; günler geçtikçe silikleşseler de Draco’nun göğsünü sıkıştırıp gözlerinin akmayan pişmanlık gözyaşlarıyla yanmasına sebep olurlardı. Her şey o kadar kontrolünden çıkmıştı ki, düşüncelerini koluna yazan görünmez elle tanışsaydı bile o kişinin Draco’yu istemesine olanak yoktu.

Sonra Avcılar Harry Potter’ı, Draco’nun oturma odasına getirdiler.

Ve sonra Draco bin kez sokma laneti yapılmış olsa yine tanıyacağı çocuğun önünde diz çöktü, gözlerinin içine baktı ve babası, annesi ve teyzesine yalan söyledi.

Sonra Draco zorluk çıkarmadan asasını verdi ve büyücü dünyasının son umudunun, oturma odasından cisimlenmesini izledi.

Ve Draco’nun kolu değişti.

Tek bir kelime–

neden

–ve Draco’nun dünyası alt üst oldu.

Tuvalet kapısının yumruklanması Draco’yu daldığı derin düşüncelerden çıkarıyor, Draco kafasını sallıyor ve yazı olan kolunu da indiriyor.

“Ne var?” diye bağırıyor kapıya doğru ve bir kez daha aynadaki yansımasına bakıyor.

“Kahvaltıya gidecek miyiz yoksa bütün gün yansımanla mı öpüşeceksin?” Blaise’in sesi huysuz geliyor ve Draco normalden daha uzun süre orada kaldığını fark ediyor.

“Tamam, tamam.” Elini saçından geçiriyor ve bugün saç jölesi kullanmasına gerek olmayacak kadar düzgün göründüğüne karar veriyor.

Kahvaltı için Büyük Salon’a epey geç iniyorlar – orada burada oturup sohbet eden ve günün ilk dersine gitmemekte direnen birkaç öğrenci grubu dışında çoğu masa boş.

Draco’nun gözleri hemen Gryffindor masasını buluyor ve kendisinden biraz nefret ediyor çünkü Potter orada, Finnigan ve Thomas’ın karşısında oturuyor ve ekmeğine reçel sürüyor.

Draco dalgınlıkla kolunu kaşıyor ve ne yaptığını fark ettiğinde kolunu o kadar hızlı bırakıyor ki Blaise tek kaşını kaldırıyor.

“Senin neyin var bugün?” diye soruyor Blaise, Theo ve Greg’in yanına otururlarken. Draco onu görmezden geliyor ve meyve suyuna öyle hızla uzanıyor ki az daha tereyağını düşürüyor.

“Bir şey yok,” diye mırıldanıyor, kolunun tereyağı tabağına takılıp açılıp açılmadığını kontrol ediyor.

“Kimin nesi varmış?” diye soruyor Theo ağzı ekmek dolu bir şekilde ve Blaise kafasıyla Draco’yu işaret ediyor.

“Draco bugün ters tarafından kalkmış. Yazık da oldu çünkü rüyası kulağa harika geliyordu...”

Draco onu masanın altından tekmeliyor ve gözü yine istemsizce Gryffindor masasına gidiyor. Finnigan, Thomas’ın ellerini ekmeğinden iteliyor – o ikisi evli bir çift gibiler. Neredeyse mide bulandırıcı.

Potter öne eğiliyor, yüzünde aptalca içten bir ifadeyle onlara bir şey soruyor. Saçı berbat hâlde, sanki görünmez eller oynuyormuş gibi darmadağın duruyor, belki görünmez dudaklar da köprücük kemiğindedir...

Draco kızardığını hissediyor ve dün geceyi ve Potter’ın boynunu aklından atmak için meyve suyunu kafasına dikiyor.

Acınası hâldesin, Malfoy. Acınası.

Potter şimdi gözlerini deviriyor, eli yakasına uzanıyor ve hasiktir, tişörtünü aşağı çekiyor-

Meyve suyu Draco’nun boğazına kaçıyor. Potter’ın yazısı düzgün görmek için çok uzakta ancak kalbinin tam üstünde olduğunu görebiliyor.

Onca saçma sapan, klişe, romantik şey arasından-!

Potter tişörtünü düzeltiyor, yüzü kızarıyor ve Finnigan ve Thomas kahkahalar atmaya başlıyorlar, sırtına vuruyorlar ve genel olarak sinir bozucu davranıyorlar.

Draco dikkatini Slytherin masasına geri çeviriyor ve Blaise’in yarım ağızla sırıtarak onu izlediğini görüyor.

“Oralarda ilginç bir şeyler mi var?”

“Defol git, Blaise.”

Draco’nun kolu karıncalanıyor ve açıp bakma isteğini güçlükle bastırıyor. Onun yerine sakince kadehini kaldırıyor ve meyve suyunu bitiriyor.

Blaise ve Theo boş bir sohbete giriyorlar, Draco kısa zamanda onları duymazdan gelmeye başlayıp dikkatini mükemmel reçel/ekmek oranını ayarlamaya veriyor ve kahvaltının geri kalanı olaysız geçiyor.

Artık Draco Tılsım dersine gitmeyi daha fazla erteleyemez. Yana uzanıyor ve eline bir şey gelmiyor.

“Çantam!”

Aptal – çantanın nerede olduğunu çok iyi biliyor. Odasındaki sayvanlı karyolanın yanında yerde.

Zindanlarda.

“Siz gidin, ben yetişirim!” Draco kapıya giden yolu yarıladı bile, cübbesi arkasında uçuşarak koşar adım zindanlara gidiyor.

Sanki oraya varması bir sonsuzluk sürmüş gibi geliyor, merdivenlerde koşturuyor, ortak odayı geçiyor, kalbi deli gibi atıyor ve göğüs kafesine geç geç geç diye çarpıp duruyor.

Geç kalmak berbat bir şey – geç kalması dikkat çekmesi demek ve dikkat çekmesi fısıltılar duyması, kolunda suçluluk dolu bir karıncalanma hissetmesi ve diğer kolunun tekrar yanmasının korkusundan midesinin bulanması demek. Dikkat çekmesi, öğrenciler kitaplarını yayıp sanki yanlarında yer yokmuş gibi davranırken ayakta dikilmesi demek. Geç kalması, boş bir sıraya oturup herkesin biraz da olsa uzaklaştığını hissetmesi demek.

Draco çantasını kapıyor, topuğunun üstünde dönüyor ve koşarak ortak odadan geçip gidiyor.

Tılsım dersine gelene kadar nefes nefese kalıyor, karnına bir ağrı giriyor ve yanaklarında da çirkin bir kızarıklık olduğuna emin ama yetişti ve önemli olan bu.

İçeri giriyor, hâlâ biraz güçlükle nefes alıyor ve sınıfı gözden geçiriyor. Çoğu yer dolu – öğrenciler öylesine sohbet ediyorlar, sıralarında oturup tüylerini ve parşömenlerini ve Tılsım Başarıları kitaplarını düzenliyorlar.

Tek bir boş yer var.

Draco kanının çekildiğini hissediyor. Tabii ki.

Yine de o bir Malfoy. Gururla burnunu havaya dikiyor ve kendini normal bir şekilde sıraya yürümeye, çantasını bırakıp Harry Potter’ın yanına oturmaya zorluyor.

Potter şaşkınlıktan tüyünü düşürüyor ve Draco gayet sakin bir şekilde çantasından eşyalarını çıkarmaya başlıyor.

“Malfoy.” Potter’ın sesi kısık çıkıyor, biraz şaşkın ama Draco’nun beklemeye alıştığı iğrenmeden yoksun.

“Potter,” diye mırıldanıyor Draco, gözleri çantasında.

Başka ne söyleyeceklerse Profesör Flitwick tarafından engelleniyor, üstünde çalışmaya başlayacakları ve o kadar da kolay olmadığını öğrenecekleri büyünün tarihçesi hakkında kısa bir bilgi vererek derse başlıyor.

Büyü, ilk başta gözüktüğünden çok daha fazla kontrol gerektiren aptalca bir göz bağlama tılsımı – asanı bir yanlış sallamanla partnerini kör edebilirsin. Zamanında epey kaosa sebep olmuş.

Draco, Harry’nin parşömenine bakıyor – Potter not tutmayı bırakıp çizim yapmaya başlamış, sayfası baştan sona ufak snitchlerle dolu.

El yazısını tanımamasına olanak yok. Zaten aklında şüphe de yoktu.

Draco içine giren panikle kolunu kaşıyor, suçluluk duygusu sanki kömür yutmuş gibi boğazını tıkıyor.

Harry Potter’ın düşünceleri koluna yazılıyorlar.

Mantıken bu, Draco’nun Büyük Salon’da Harry’nin kalbinin üzerinde gördüğü yazının kendi mükemmel el yazısı olduğu anlamına gelmeli.

Flitwick tılsımı ruhunda falan hissetmek hakkında zırvalarken Draco tüyünü elinde sıkıyor. Bu aptalca – öyle olduğunu biliyor. Sırf Potter’ın zihni istemsizce düşüncelerini Draco’nun koluna yazıyor diye bunun tersinin de doğru olması gerekmiyor.

Bu yazı büyülü – ve çoğu büyü gibi o da değişken. Öngörülemez. Ve her zaman mükemmel değil.

Ayrıca, İki Kez Sağ Kalan Çocuk birden eski bir Ölüm Yiyen’le öpüşmeye başlarsa medyanın hâlini tahmin edebiliyor musunuz?

Draco rüyasında sırtında hissettiği sert taş duvarı ve önüne yaslanan sıcaklığı hatırlıyor ve birden içine acı-tatlı bir his girip büyüyerek resmen onu boğmaya başlıyor.

“Pekâlâ!” diye ciyaklıyor Flitwick ve Draco yanında Harry’nin şaşkınlıkla zıpladığını hissediyor. Görünüşe bakılırsa Potter’ın da dikkati derste değilmiş. “Şimdi sıra sizde! Hadi, deneyin bakalım!”

Haa. Siktir.

Draco göz ucuyla asasını çantasından çıkaran Harry’ye bakıyor. Potter dönüyor ve Draco’nun gözlerinin içine bakıyor – bunu hâlâ yapan sayılı kişilerden biri.

“İlk sen denemek ister misin?” diye sorup ayağa kalkıyor ve Draco’nun gözleri Potter’ın göğsüne iniyor.

“Sana asa doğrultmama izin mi vereceksin?” diye soruyla cevap veriyor o da, sandalyesini geri itiyor ve Potter alay ederek gülüyor. Gerçekten gülüyor, piç.

“Beni lanetleyecek hâlin yok herhâlde, değil mi?” Potter sert konuşmuyor ve Draco işin aslını bilmese neredeyse arkadaşça takıldığına yemin edebilir.

“Arkan dönük olmadığı sürece hayır,” Draco otomatik cevap veriyor, şaka niyetli ama anında bunun kulağa nasıl geldiğini fark ediyor. Yüzünü buruşturuyor ama Potter gülüyor; Draco’nun da gülümsemek istemesine sebep olan şaşırmış, neşeli bir gülüş.

“Sabit dur,” diyor ve Potter hâlâ yüzünde bir gülümsemeyle dediğini yapıyor

Draco asasını doğrultuyor ve odaklanıyor; hareketleri, dili ve niyetini düşünüyor.

“Obscuro!”

Potter’ın nefesi kesiliyor ve yeşil, ipek bir bağ düzgünce gözlerini bağladığında elini kaldırıp dokunuyor. “İşe yaradı mı?”

Tabii ki işe yaradı,” diyor Draco küçümser bir tavırla ve Potter kıs kıs gülüyor.

“Alındın mı?”

“E büyü yapma yeteneğimden şüphe ediyorsun. Tabii ki alındım.”

“Haa,” ve Potter şimdi gülümsüyor, gözü bağlı olmasına rağmen neredeyse miskin duruyor. “Senin büyünden hiç şüphe etmedim, Malfoy.”

Draco bir an şaşkınlıktan ses çıkaramıyor. Potter az önce onunla... flört mü etti?

Harry’nin gülümsemesi daha ufak ve daha çekingen bir hâl alıyor ve bir süre sonra ellerini kaldırıp bağı çözmeye çalışmaya başlıyor. Sıkı olmalı, çünkü çözmekte zorlanıyor.

Draco bir süre onu izliyor, kalp atışını kulaklarında duyabiliyor, ancak sonrasında kendine gelip öne ilerliyor.

“Salak, daha kötü hâle getiriyorsun. Dur-"

Draco düşünmeden ellerini Potter’ın ellerinin üzerine koyuyor ve Harry donakalıyor. Acı verecek kadar uzun bir an bir muggle fotoğraf gibi sabit duruyorlar, parmakları birbirlerine çok hafif değiyor.

“Sen... az önce bana salak mı dedin?” diyor Harry, sesi kalın çıkıyor ve Draco ellerini o kadar hızla geri çekiyor ki dirseğini arkasındaki masaya çarpıyor.

Harry gülmeye başlıyor, derinden gelen ve çaresiz bir sesle ve Draco şaşkınlık içerisinde ona bakakalıyor.

“Draco, uzun zamandır kimse bana salak dememişti.” Harry sırıtıyor ve bu, Draco’nun öne bir adım atıp Potter’ın gözündeki bağı çekip çıkarması için yeterli oluyor.

Harry ışığa alışmaya çalışırken birkaç kez gözlerini kırpıştırıyor ve Draco çok yakınında duruyor, eli Potter’ın kafasını neredeyse okşar hâlde, bağ parmak uçlarından sarkıyor.

Potter’ın gülümsemesi siliniyor ve ancak o zaman Draco, Harry’nin ona ismiyle hitap ettiğini fark ediyor.

“Bay Finnigan! Bay Thomas!”

Ve böylece anın büyüsü bozuluyor ve Draco hemen geri çekiliyor. Harry boğazını temizliyor ve ikisi de, emekleyerek sıralarının altından çıkan, saç baş dağınık ama hâlinden memnun gözüken Seamus Finnigan ve Dean Thomas’a dönüyorlar.

“Kusura bakmayın, hocam,” diyor Finnigan, kocaman gülümsüyor ve gözleri parlıyor, “biraz okuma yapıyorduk da.”

El ele tutuşuyorlar ve resmen ışıl ışıllar ve Draco bir anda neler olup bittiğini anlıyor. Tüm sınıfta bir gürültü kopuyor ve yanında Potter gülüyor.

“Sonunda be.”

Thomas, Finnigan’ın yüzünü sanki görmeye değer tek şey oymuş gibi izliyor ve bir şey diyor. Finnigan ona bakıyor ve sonra öpüşüyorlar, yumuşak ve tatlı ve kısa bir şekilde.

Draco kendine engel olamıyor – göz ucuyla Harry’ye bakıyor.

Harry olanları izliyor, dudaklarında sevgi dolu bir gülümseme var. Eli dalgınlıkla göğsünü kaşıyor, kalbinin tam üstünü.

Draco hemen gözlerini kaçırıyor ve Flitwick öğrencilerin sessiz olmaları ve büyüleri üzerinde çalışmaya dönmeleri için ciyaklamaya başlıyor.

Finnigan ve Thomas aptal aptal gülümsüyorlar, kafaları birbirine yakın, asa ve büyü pratiğini komple bırakmışlar. Draco onları suçlayamaz tabii.

“Sıra bende.”

Potter aynı yerde duruyor, gevşek bir şekilde asasını tutuyor, dikkatle onu izliyor ve Draco geri çekilip asasını masaya bırakıyor.

“Beni kör etme, Potter,” diye uyarıyor ama sert bir sesle değil. Potter hafifçe gülümsüyor ve asasını kaldırıyor.

Obscuro.”

Dünya kararıyor. Bir anlığına Draco tamamen yapayalnız hissediyor.

Bu iyi bir his değil – ona çok fazla yakın geçmişi hatırlatıyor ve Draco boğazının sıkışmaya başladığını hissediyor. Nefes almaya çalışıyor, alamıyor, nefes almak ne zamandan beri bu kadar zor-

Ve sonrasında iki el omuzlarını tutuyor, bir kez sıkıyor ve Draco birinin konuştuğunu duyduğunu sanıyor ancak kulaklarındaki çınlamadan ne dediğini anlayamıyor. Eller geri çekiliyor ve Draco zorla kendisini bir ses çıkarıp ellerin geri gelmesini istemekten alıkoyuyor, ancak sonrasında geri geliyorlar, bu sefer kafasının arkasındalar.

Hafif bir misk, ter ve reçel gibi tatlı bir şeyin kokusunu alıyor; yakınında bir bedenin sıcaklığı var ve birdenbire gözündeki bağ gidiyor ve dünyaya yeniden ışık doluyor.

Sanki birisi sınıfın sesini yeniden açmış gibi oluyor ve Draco yine etrafındaki büyü yapma, gülme ve konuşma seslerinin kargaşasını duyabiliyor. Harry Potter’ın endişe dolu yüzünü görüyor ve hemen geri adım atıyor, sandalyesine çarpıp deviriyor.

“İyi misin?” diye soruyor Potter ve Draco küçümser bir ses çıkarıyor, çaresizce tekrar itibarından geri ne kaldıysa onu toparlamaya çalışıyor ve bir pelerin gibi kuşanıyor.

“Tabii ki, Potter,” diyor sertçe, kalbi o kadar hızlı atıyor ki canı yanıyor ve Harry dudaklarını büzüyor, göz bağı parmaklarından sarkıyor.

“Pek iyi görünmüyordun,” diye başlıyor Potter ama Draco yüksek bir sesle lafını bölüp ders kitabına dönüyor.

“Bağının ipek olması gerektiğini sanıyordum, Potter. Yoksa ipeğin nasıl bir şey olduğunu bilmiyor musun?”

İnatla ona değil de kitabının sayfasına bakıyor ve bir anlığına sessizlikleri uzayıp geriliyor, sonra Potter pes edip iç çekiyor.

Tılsım dersinin geri kalanı epey rahatsız geçiyor – kolay, neredeyse flörtöz sohbetleri gidiyor; yerine yan yana asa hareketlerini çalıştıkları tuhaf bir sessizlik geliyor.

Ders bitiyor ve Draco eşyalarını toparlayıp aceleyle sınıftan çıkıyor, neredeyse sınıftan çıkan ilk kişi oluyor. Bir dakika daha orada, Potter dirseğiyle ona çarpacak kadar yakınındayken ve her aklından bir şey geçtiğinde kolu karıncalanırken duramazdı.

Akşam yemeğinden sonra Slytherin yatakhanelerine gidip batan güneşin Karagöl’den geçip gelen tuhaf ışığının aydınlattığı odada yatağına oturana kadar derste tuttuğu notları yanına almayı unuttuğunu fark etmiyor.

Bir umut masasında duran çantasını aradıktan sonra hâlâ sınıfta olduklarına kanaat getiriyor. Oradan çıkmak için o kadar acele etmişti ki notlarını almak aklına gelmemişti bile.

Kahretsin. Flitwick o saçma sapan obscuro tılsımı ve onun körlükle alakalı geçmişi hakkında 45 santimlik yazı ödevi vermişti – Draco derste yazmaya başlamıştı bile ama şimdi tüm planı gitmişti. Baştan başlamak zorunda kalacaktı.

Draco sinir içinde kafasını yastığına gömüp hırlıyor ve bir süre öylece orada duruyor. Ancak sonrasında kütüphaneye gitmesi gerektiğini fark ediyor. Ev cinleri her dersten sonra sınıfları toparlarken notlarının orada kalmış olmasına olanak yok.

Odasından çıkma fikri gözüne çok zor gözüküyor ama bu aptal ödeve en azından başlamış olmayı gerçekten istiyor. Sızlana sızlana yatağından kalkıyor; Tılsım Başarıları kitabını, birkaç parşömeni ve birkaç fazladan tüyü çantasına tıkıştırıyor ve omzuna asıyor. Cübbesini giyip giymemeyi düşünüyor ama sonra giymemeye karar veriyor. Yılın bu zamanlarında şato sıcak oluyor ve kat kat kıyafet içinde ter dökerek ödev yapmak istemiyor. Kravatı iş görür. Zaten bu gece birini görmeyi planlıyor değil.

Kütüphaneye çıkarken çok şükür koridorlar boş. Madam Pince bir kitap yığınını havada düzenliyor ve Draco arka köşedeki en büyük pencereye giderken ona başıyla selam veriyor.

O da dalgınlıkla karşılık veriyor, gözü işinde ve Draco büyük, boş masaya yerleşiyor. Pencereden gün batımını görebiliyor, gittikçe azalan altın ışık göl suyunu parlatıyor ve Draco sandalyesini manzarayı görebileceği şekilde ayarlıyor.

Şimdi kitap bulması gerek. Bir yerlerde bir tılsım tarihi kitabı gördüğünü hayal meyal hatırlıyor –kitap kapağını gözünde canlandırabiliyor– ve onu bulmaya gidiyor, eşyalarını gün batımındaki yerini korumaları için orada bırakıyor.

Görünüşe bakılırsa tılsım bölümünde birden fazla kalın, yeşil, altın döşeli kitap varmış ve Draco sonunda kitabı bulup yerine döndüğünde başka birinin masasının diğer ucuna oturduğunu gördüğüne şaşırmıyor.

Ama tabii ki. Tabii ki o kişi Harry lanet olası Potter olmak zorundaydı.

İki Kez Sağ Kalan Çocuk onu hemen fark etmiyor, her ne yazıyorsa ona dalmış hâlde ve Draco bir an –acı veren, suçluluk dolu tek bir an– durup ona bakıyor. Sırf güneş ışığının saçını turuncuya boyayışını, dilinin dudaklarının arasından gözüküşünü, gözlüğünün burnunun ucuna kayışını incelemek için.

Harry darmadağın ve sakar ve muhteşem ve şiddetli ve Draco onu sevmeden edemiyor.

Sanki Draco’nun düşüncelerini duymuş gibi Potter kafasını kaldırıyor ve gözleri buluşuyor.

“Malfoy.” Potter’ın sesi şaşırmış çıkıyor. “Ben... yerini mi kaptım?”

Draco kesinlikle bu soruyu beklemiyordu, omuz silkip sandalyesine ilerliyor. “Kütüphanenin bu köşesi bana ait değil, Potter.”

Harry gülüyor ve parşömenine dönüyor, Draco yerine oturuyor. Tam karşı karşıya değiller ama masa o kadar büyük de değil ve tüm o parşömenleri ve kitaplarıyla tüm yeri kaplıyorlar.

Draco’nun kolu kaşınıyor.

Şimdi nasıl ödev yapacak bilmiyor ama ödev yapmak için oraya yerleştiği bu kadar barizken kalkıp gidemez de, o yüzden Draco işinin başına dönüp elinden geldiğince Potter’ı görmezden gelmeye karar veriyor.

Elinden pek bir şey gelmiyormuş. Potter’ın tüyü fazla ses çıkarıyor ve tılsım tarihi kitabındaki kelimeler bir türlü yerlerinde durmuyorlar, birkaç saniyeden fazla odaklanamıyor.

En sonunda ödev için bir şeyler yazmaya kararlı bir şekilde parşömenini kendine çekiyor ve tüyünü hokkasına batırıyor.

Yaklaşık bir buçuk cümle yazabiliyor –Kör büyücü tiplemesinin tarihi 1300’lü yılların başlarına kadar uzanmaktadır, Manyak Yanic bunu– ve o an Potter’ın tüyü kırılıyor.

Draco kafasını kaldırıyor ve Harry’nin yan yan ona baktığını görüyor – daha doğrusu parşömenine. Draco ödevine bakıyor, tekrar Harry’ye bakıyor ve kırık tüyünü sıkmaktan parmaklarının bembeyaz olduğunu görüyor.

“Senin sorunun ne?” diye soruyor Draco şüpheyle ve Potter sanki Draco’nun orada olduğunu unutmuş gibi aniden şaşkınlıkla ona dönüyor.

“Sen-" Potter konuşmayı unutmuş gibi duruyor. Draco dalgınlıkla kolunu kaşıyor ve Potter birden uzanıp elinin altından parşömenini kapıyor.

“Yuh!” Draco uzanmaya çalışıyor ama Harry geri çekiliyor. “Kendi ödevini kendin yap, Potter!”

Ama Potter arkasına yaslanıyor, parşömeni masaya bırakıyor ve derin, çaresiz bir şekilde gülüyor ve Draco fazlasıyla önemli bir şey kaçırmış gibi hissediyor.

“Ne oluyor lan-" diye başlıyor ancak Potter lafını bölüyor.

“Draco Malfoy.”

Ve sadece bunu söylüyor, sadece ismini. Draco ismini binlerce kez duymuştu ama hiç böyle değil; Potter’ın dudaklarından sanki altınmış gibi, kısık bir mırıldanma olarak değil.

Burada tam olarak ne oluyor?

Potter’ın işaret parmağı Draco’nun el yazısıyla parşömene Yanic yazdığı yere dokunuyor ve Draco birdenbire anlıyor.

Potter ödevini çalmaya çalışmamıştı.

Potter el yazısına bakmıştı.

Draco sertçe yutkunuyor ve Potter’ın yüzüne bakıyor.

Harry de ona bakıyor ve uzunca bir süre sadece öyle oturup birbirlerini inceliyorlar, yıllardır beklenen bir sohbetin kenarındalar.

“O gün,” diyerek sessizliği bölüyor Harry. “Malikâne’de. Yalan söyledin. Ben olduğumu biliyordun.”

Draco’nın yüreği ağzına geliyor ve kaçmak için çok geç kalıp kalmadığını merak ediyor.

“Tabii ki,” diyor zorla ve Harry bir nefes alıyor.

“Neden?”

Ve Draco kolunda aylar önce beliren o ufak, siyah harfleri anımsıyor; odasında yalnız başına oturup kolunu izlerken ve dünyası başına yıkılırken onlar da aynı soruyu sormuştu.

Cevabının şimdi de o zamankiyle aynı olup olmadığını merak ediyor.

Yavaşça uzanıp kolunu sıyırıyor.

Harry’nin nefesi kesiliyor, sanki elinde olmadan olmuş gibi hafifçe. Draco'nun soluk tenindeki Karanlık İz kalıcı bir şekilde hareketsiz hâlde aralarında duruyor.

“Bu, aylar önce böyle kaldı,” diye fısıldıyor Draco. Harry yavaşça uzanıp parmak uçlarıyla İz’e dokunuyor ve Draco’nun tüyleri diken diken oluyor. Titrediğini fark ediyor ve yapmak üzere olduğu şeyden vazgeçmeden kolunu Harry’nin parmaklarının altından çekiyor.

Diğer kolunu çeviriyor ve yavaşça dirseğine kadar sıyırmaya başlıyor.

Cesaretini toplayıp koluna bakması birkaç saniye sürüyor.

oymuş biliyordum oymuş oymuş oymuş

Harry derin bir nefes veriyor ve Draco gülüyor, istemsiz bir tepki olduğundan pek ses çıkmıyor bile. “Buysa,” diyor sessiz, neredeyse hürmetkâr bir şekilde, “babama senin kim olduğun hakkında yalan söylediğim an hareket etmeye başladı.”

Nasır tutmuş parmaklar bileğine dokunuyor ve kolundaki kelimeler siliniyor, titrek bir parıltıyla yeniden beliriyor-

senin olmanı umuyordum

Ve yeniden-

malikâneden beri

Şimdi daha hızlı-

katil değilsin

korktuğunu görebiliyordum

yardım etmek istedim

ne yapayım bilemedim

çok mutluyum

galiba seni seviyorum

Draco’nun nefesi boğazına kaçıyor ve Harry’nin parmakları bileğini sıkıyor, neredeyse acı verecek kadar ve Draco kafasını kaldırdığında Harry Potter’ın ona, sanki bakmaya değer tek şeymiş gibi baktığını görüyor ve Büyücü Dünyası’nın Kurtarıcısı size dayanılamayacak kadar önemliymişsiniz gibi baktığında yapılabilecek tek bir şey var.

O yüzden Draco, Slytherin cesaretini topluyor (ve bu çok Gryffindor bir davranış değil mi) ve masanın üstünden eğiliyor. Harry ortada onunla buluşuyor, eli yanağını okşamaya geliyor ve dudakları buluştuğunda Draco’nun kalbi göğüs kafesinde iğrenç bir şekilde Hufflepuff bir tavırla eriyor, bir anlığına ailesiyle dolu evde yapayalnız olan o kafası karışık, suçluluk dolu ve korku içindeki çocuğu düşünüyor ve keşke o zamanlar bilseydim diyor.

Harry Potter’ın önünde diz çöküp babasına emin olamadığını söylemeden önce, hatta kolundaki Yazı’nın değiştiğini bile görmeden önce biliyor muydu, merak ediyor.

Biliyor olabileceğini düşünüyor.

Bal kadar tatlı bir süre sonra ayrılıyorlar ve Draco Harry’nin sersemlemiş bakışını, gözlüklerinin ardında kocaman olmuş gözlerini görünce göğsünde çarpık bir tür gurur hissediyor.

Harry yavaşça, beceriksiz parmaklarla tişörtünün yakasını aşağı çekiyor ve beyaz tenindeki tanıdık, inci gibi el yazısını açık ediyor.

sanırım ben seni hep sevdim

Draco’nun yüzü kıpkırmızı oluyor – yazan şey yanlış olduğundan değil ama saçma derecede duygusal olduğundan. Ama Harry sonunda yazıyı tersten okumayı başarıp kafasını kaldırdığında yüzünde, hissettiği utancın her damlasına değer çekingen, mutlu bir gülümseme var.

Posta bunu duyunca kafayı yiyecek, biliyorsun değil mi,” diyor Draco, sesi boğuk çıkıyor ve Harry gülüyor.

“Umurumda değil,” diyip onu yine öpmek için eğiliyor.